Toplam Okunma 0
Üzgün bir çizgi kadın ortada duruyor, etrafındaki parmaklar kadını işaret ediyor

Merhaba değerli okurlar. Uzun zamandır bir deneyim yazısı kaleme almamıştım. Bu ay ben de yaşadığım bir olay üzerinden, bir deneyimimden yola çıkarak bir şeyler karalamak istedim.

 

Geçenlerde resmi bir kurumdan gelen bir talep üzerine Engelsiz Erişim Derneği adına dernek başkanımız Nurşen Korkmaz ile görüşmeye gittik. Görüşme esnasında yeti farkından, erişilebilirlikten, hak temellilikten ve bunun gibi birçok kavramdan bahsettik. Gittiğimiz birimin müdürü, erişilebilirlik konusunu çok önemsiyordu ve en önemlisi de çalıştığı kurumda yeti farkı olan bireyler için bir şeyler yapmak ve bunu yaygınlaştırmak istiyordu. Toplantımız neredeyse bir buçuk saat sürdü ve biz zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadık. İş birliğimizin devam etmesi temennisiyle, yaptığımız erişilebilirlik çalışmasının ve hak savunuculuğunun onuruyla Nurşen’le oradan ayrıldık. Birlikte metrobüse yürürken içimizde verdiğimiz mücadelenin mutluluğu vardı ve hala toplantımızın değerlendirmesini yapıyorduk. Derken metrobüs durağına ulaştık, farklı yönlere gideceğimiz için ayrıldık ve herkes kendi metrobüsüne bindi.

 

Aslında size anlatmak istediğim olay, temelde yaptığımız toplantı değil, toplantıdan sonra bindiğim metrobüste karşılaştığım durum. Şimdi konuyu buraya bağlamaya çalışayım.

 

Bindiğim metrobüs oldukça kalabalıktı. Belli bir süre ayakta gittikten sonra nihayet bir yer boşaldı ve oturdum. Ben sürekli İstanbul içinde toplu taşıma ile uzun yolculuklar yaparım, bu yolculuklar esnasında o günü zihnimden geçiririm ve günün değerlendirmesini yaparım kendi içimde. Tam da böyle yapıyor, bugünün verimli bir gün olduğunu düşünüp gülümsüyordum ki birdenbire sinirlerimi bozacak bir olay yaşandı ve o günkü tüm enerjimi alıp götürmeye yetti. Metrobüsün en arka kapısından binen ve insanları yara yara önce orta kapılara, sonra da ön kapıya doğru ilerleyen kör bir dilenci, ağlak bir ses tonuyla gözlerinin görmediğini, görmediği için durumunun çok zor olduğunu ve Allah rızası için para istediğini söylüyordu. Metrobüs o kadar kalabalıktı ki gerçekten en arkadan öne doğru ilerlemek pek mümkün değildi. Yolcular kendisine ileriye geçemeyeceğini, önünün müsait olmadığını ne kadar ifade ettiyse de etkili olamadılar. Hak mücadelesi için hiçbir çaba göstermeyen o kör adam, para dilenmek konusunda çok azimliydi ve insanları yara yara geçiyordu. Hatta öyle ki ben koridor tarafında oturuyordum, oturan insanların omzuna da dokunarak geçiyordu ve benim de omzuma basarak geçti. Ben de o kadar sinirlendim ki “Ne yapıyorsun, insanların omzuna basa basa, insanları yara yara geçiyorsun” diye bağırırken buldum kendimi. Tabii ki onun hiç umurunda olmadı, alacağını alma peşindeydi ve yoluna devam etti. Hasılatını topladıktan sonra, bir başka metrobüste aynı ajitasyonu devam ettirmek üzere metrobüsten ayrıldı.

 

“Peki sonra ne oldu?” dersiniz. Ben o kadar sinirlendim ki. Ne o kalabalıkta o kör adamın davranışına engel olabildim ne de ona acıyıp para veren yolculara derdimi anlatabildim. Sadece hissettiğim duygular, kızgınlık ve utanç oldu. Sinirlendim çünkü biz Nurşen’le iki kişi günümüzün büyük bir bölümünü “Belki bir devlet kurumunda bir şeyleri geliştirebiliriz ve değiştirebiliriz” diye ayırdık ve “Bir kişinin bile farkındalığını arttırırsak çok şey değişir” inancıyla çabaladık. Bir kör dilenci sadece beş dakikada, neredeyse iki yüz kişinin olduğu bir metrobüste “Körler yardıma muhtaçtır, çalışamazlar, üretemezler, para kazanamazlar, bu nedenle sizin merhametinize sığınırlar” mesajı verdi. Ve ne yazık ki o, daha fazla kişiye etki etti. Çünkü olumsuzlukların zihinlere işlemesi, olumlu davranışların zihinlere yerleşmesinden çok daha kolay. Örneğin, kimse yolda beyaz bastonuyla yürüyen kör kişinin bağımsız hareketine, iş yerinde herkes gibi üretmesine, çalışmasına dikkat etmez ama bir üst geçitte dilenmesi, bir metro çıkışında bağıra bağıra şarkı söylemesi çok dikkat çekicidir halkımız için.

 

Ayrıca metrobüste yaşadığım bu olaydan dolayı neden utanç duyduğumu da söyleyeyim. Ne körlüğümden utandım ne de o metrobüste olduğumdan. O kör adam, hasılatını topladı, amacına ulaştı ve def olup gitti ama ben o metrobüste kör bir yolcu olarak yoluma devam ettim. Ve şunu çok iyi biliyordum; o adamın çizdiği kör imajı ve yardıma muhtaç etiketi benim üstüme yapışmıştı. Yani o adam, yardıma muhtaç etiketini üzerime yapıştırıp indi gitti. Belki bu yazıyı okuyanların bir kısmına doğru gelmeyebilir bu yazdıklarım. Ama ben hep şuna inanıyorum. Bizler ne kadar “hak temellilik, erişilebilirlik” dersek diyelim, bunu bizim gibi düşünmeyen körlerin zihnine yerleştiremediğimiz sürece toplumda yeti farkı olan bireylere etki etmemiz çok zor. Yani aslında şunu demek istiyorum: Çuvaldızı önce kendimize sonra başkalarına batırmalıyız. Körlük algısı körler arasında değişmedikçe, körler bu durumu bir eksiklik değil farklılık olarak görmedikçe, bazı kavramları içselleştirmedikçe, bu ülkede sakat hareketi istenen noktaya gelmedikçe, değişimin gerçekleşmesi çok uzun zaman alacaktır.

 

Özetle, değişimi hep birlikte gerçekleştirebilmek için mücadeleyi hep birlikte yürütmek gerekiyor. Bu ülkede yardım temelli sivil toplum kuruluşları varlığını sürdürdükçe, kör bireyler çok erken yaşlardan itibaren hak savunuculuğu konusunda bilinçlendirilmedikçe, körlerin kullandığı Braille Alfabesi yeterince sahiplenilmedikçe, yeti farkı olmayan bireylerdeki algının değişmesi çok zor görünüyor. Değişimi kendi içimizde gerçekleştirebilirsek, topluma etki etmemiz daha kolay olacaktır. Öyleyse gelin, önce kendi önyargı duvarlarımızı yıkalım. Her yerde, herkesle aynı anda haklarımızı elde edinceye kadar mücadeleye devam edelim.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.