Merhabalar sevgili okurlar. Çalışma alanı temelde engelli hakları olmasa bile, ürettiği fikirlerle eşit, erişilebilir, engelsiz hayat mücadelemizle bir yerde kesişen, duruşuyla da beraber yürüyebileceğimiz insanlarla söyleşmeye devam ediyorum. Bu ay da TRT Avaz’ın bu ay yayınlamaya başlamayı öngördüğü Şefkate Muhtaç programını bir bahane bilerek keyifle okuyacağınız güzel bir insanla engelli çocuk meselesini konuşmak istedim.
İyi okumalar
Bahar: Merhabalar. Sevgili Ezgi, hoş geldin. TRT Avaz'da Ocak ayı itibariyle yayınlanacağı belirtilen Şefkate Muhtaç programı tanıtım tweetiyle bu röportajımızın tohumları atıldı aslında. Kamuoyuna, ekranlara konulmak istenen engelliler ve onların ailelerinin yaşamları olarak yansıtıldı. TRT Avaz tanıtım tweetinde “engelliler yardıma değil sevgiye muhtaç” diyordu. Ben de kaliteli ve özverili bir çocuk hakları savunucusu ve farklılıkların çocuklara aktarımı konusunda kafa yoran biri olarak seninle bu konuyu ele almak istedim. Evvela okurlarımıza kısaca kimsin, neler yaparsın, biraz bahseder misin?
Ezgi: Adım Ezgi Koman. Ben uzunca zamandır çocuk hakları alanında çalışıyorum. Çocuk gelişim uzmanıyım. 2005 yılında çocuğun insan hakları alanında çalışmalar gerçekleştiren Gündem Çocuk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldım ben de. 2016’da ne yazık ki yayınlanan bir KHK’yla derneğimiz kapatıldı, ama hala çocuk haklarıyla ilgili çalışmalara devam ediyoruz. Çünkü, keşke dernekleri kapattıkları zaman, ihlaller de ortadan kaldırılmış olsa. Ama biliyoruz ki, çocuk insan hakları alanında ihlaller hala devam ediyor. Hatta bazı alanlarda derinleşerek devam ediyor. Bu anlamda da evet çocuk hakları alanında çalışıyorum ben.
Bahar: Her ne kadar tepkiler sonrasında silinmiş olsa da TRT Avaz'ın tweeti ve Şefkate Muhtaç programının vitrin kısmı sana neler düşündürdü?
Ezgi: Böyle bir twitin ilk hissettirdiği şey… Aslında kötü hissettiriyor. Bunca zamandır engellilerle ilgili pek çok çalışma var. Her alanda eşitlik mücadelesi veren insanlar olarak öyle bir şey görmek bir yandan hakikaten üzücü. Ama öte yandan o kadar şaşırtıcı değil çünkü toplumun bu algısına, devletin bu algısına o kadar aşinayız ki, toplumun çeşitli gruplarına yönelik hep eksik, hep bir şeylere muhtaç, işte sevgiye muhtaç, işe muhtaç, eğitime muhtaç olarak gören bir yaklaşım var. Açıkçası bu yaklaşım, sadece engellilere yönelik de değil. Bu yaklaşım, zaman zaman çocuklara yönelik, zaman zaman yaşlılara yönelik, zaman zaman başka gruplara yönelik olabiliyor. Başka şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Evet bu esaslar çeşitli toplumlara göre değişiyor olabilir ama küresel olarak genellikle ekonomik modellerle ve dünyanın her yeri için geçerli birtakım yanları da var. Türkiye özeline baktığımızda bu esas her zaman Türk, erkek, beyaz, yetişkin, genç, engeli olmayan, Müslüman, sünni diye devam edebiliyor. Eğer her kim bunun dışındaysa bu tür yaklaşımlara maruz kalabiliyor. Engelliler tam da bunun dışında kalamıyor, özellikle de kapitalizmin bu küresel ekonomik modellde istenildiği kadar hızlı olunmadığı düşünüldüğünde… Sevilmeye muhtaçlık, korunmaya muhtaçlık meselesi de tam bununla ilgili aslında. Siz zaten onu o kadar toplum dışına itmişsiniz ki, onunla ilgili yapacağınız her şeyi sanki bir muhtaçlık üzerinden kuruyorsunuz. Halbuki engellileri de tıpkı çocuklar, kadınlar, LGBTI’ler gibi yaşamın eşit ortakları olarak görürseniz onların sevgiye muhtaç olduklarını falan düşünmezsiniz. Düşünmek zorunda da değilsiniz. Sadece hakları ve özgürlükleri vardır ve devlet bu hakları ve özgürlükleri yerine getirmekle yükümlüdür. TRT devletin televizyonu oldukça, bir şekilde devletin algısını da yansıtıyor. Bu anlamda hakikaten üzücü tabii ki. Hala bir muhtaçlık, hala bir acıma duygusuyla yaklaşılıyor. Orası tekrar bizim insan hakları hareketi açısından dönüp bakacağımız yerler. Çünkü, biz yıllardır, engellilerin de, çocukların da, kadınların da hakları, özgürlükleri olan bireyler olduğunu söyleyip duruyoruz. Ama demek ki yeterince bu konuda toplumda ve devlette bir algı dönüşümü sağlayamadık. Tabii ki elde edilen pek çok kazanım var. Ama yine de sanırım var olan bu algıyı değiştirmek, dönüştürmek gibi paradigmalar, daha eşitliğe, daha insan haklarına dayalı paradigmalar kurmak gerekiyor.
Bahar: Engelli çocuklar üstüne de kafa yorduğunu biliyorum. Engelli çocukların hayatını, beklentilerini akranlarına anlatmak için bir fırsat geçse eline bunu ne şekilde yapardın? Bu aktarımda kullandığın dil ve araçlarda olmazsa olmazların neler olurdu?
Ezgi: Engelli çocukların hayatını, beklentilerini akranlarına aktarma için elime bir fırsat geçse ki, zaman zaman geçiyor aslında. Bunu anlatırken sadece eşitliği anlatmamız gerekiyor. Yani sanki başka bir şey anlatmak gerekmiyor. Herkesin farklı özelliklere, farklı potansiyellerine, farklı yapabilirliklerine rağmen hepimizin nasıl da eşit olduğu ne kadar da aslında insanlık açısından mutluluk verici olduğunu… Bunları anlatmak gerekiyor. Her birimizin eşit olduğunu, hak ve özgürlükler açısından, elbette bazılarımızın eşitleyici bir takım muamelelere gereksinim duyduğunu… Ama eşitlik meselesini ve bu hayatı nasıl birlikte yaşayacağımızı birlikte kurgulayarak herhalde anlatırdım ki, zaman zaman fırsat elime geçtiğinde de bu şekilde anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla hak ve özgürlükler, eşitlik ve adalet kavramları herhalde olmazsa olmazdı bütün bunlar açısından.
Bahar: Çocuklarla tecrübelerin, sana engelli çocukların kendilerini ifade etmek söz konusu olduğunda akranları karşısında durumlarına dair ne söylüyor?
Ezgi: Çocuklarla zaman zaman bir araya geliyoruz. Bir araya geldiğimiz çocuk grupları içerisinde çeşitli engelliliğe sahip olan çocuklar da oluyor. Ben uzun süre engelli çocuklarla da çalıştım aslında. İşitme engelli çocuklarla, dil problemi olan çocuklarla çalıştım. Tabii ki o çocuğun hangi öyküyle size geldiği, nasıl bir yerde buluştuğunuz vs. çok önemli. Ama şöyle bir şey var ki, aslında galiba yetişkinlerin daha fazla önyargıları var çocukların kendilerine, akranların birbiri arasındaki önyargılarına oranla. Çocuklar bu önyargılarla karşı karşıya kalıyorlar. Bizim bir çalışmamız vardı, Çocuk Dostu Belediye diye, Çankaya Belediyesi’nde, bir danışma kurlu kurulmuştu. Tabii bu danışma kurulunda yetişkinlerden daha fazla çocuk vardı ve engelli arkadaşlarımız, engelli çocuklar da vardı. Sanırım hem bizim de dahil olduğumuz, yani Gündem Çocuk ekibinden arkadaşların da dahil olduğu, hem dışarıdan da yetişkinlerin, profesörlerin,, şehir planlamacılarının, sosyal hizmet uzmanlarının da dahil olduğu bir danışma kuruluydu bu. Belediye’ye birtakım danışmanlık hizmetleri yapacaklardı. Tamamen çocuk katılımını odaklayan bir şeydi. Vallahi orada biz sınıfta kaldık. Birtakım ilkeler oluşturmuştuk, işte oy hakkı var, birbirinin sözüne çok önem verir şeklinde, onların haklarına ve özgürlüklerine saygı duyar şeklinde bir yapı kurmaya çalışmıştık. Ama burda en çok yetişkinler falso verdiler. Çocuklar çok kolay bir şekilde buna uyum gösterdiler. Kendi potansiyellerini ortaya çıkardılar. Ama yetişkinlerde çocuklara, engellilere hep böyle bir eksik, olması gereken, henüz tamamlanmamış varlıklar olarak baktıkları için, oralarda birtakım algı değişikliklerine ihtiyaç oldu. Ama çocuklar bize çok fazla şey öğrettiler. Genel olarak topluma da böyle, yani tabii engelli çocuklar diğer çocuklara oranla bu eksik ve olmamışlık algısına daha fazla maruz kalıyorlar. Çünkü bu algıyla tüm çocuklar bir şekilde muhatap oluyorlar ne yazık ki. Eksik bireyler olarak algılanıyorlar. Henüz büyümemiş, eksik varlıklar olarak algılanıyorlar. Henüz olmamış ama olacak olarak düşünülüyorlar. Engelli çocuklar çok daha fazla bu algıya maruz kalıyorlar. Yani tabii ki bu onların bütün yaşantılarını etkiliyor. Ama onlara bir fırsat tanındığında, kendilerini ifade etme olanakları yaratıldığında biz diyoruz ki çocuklar potansiyellerini son derece olumlu bir şekilde ortaya koyabiliyorlar. Bunu aslında onlar da biliyorlar ve bir yandan da talep ettikleri şey bu. Bu zaten hepimizin yükümlülüğü. Çocuk Hakları Sözleşmesi açısından da hem devletler hem de herkes çocukların çerisindeki potansiyeli bir şekilde ortaya çıkarma konusunda sorumluluğa sahip. Engelli çocuklar için bu çok daha önemli bir sorumluluk. Bu bir lütuf değil, dediğim gibi çok önemli bir sorumluluk. Orda da en önemli şey sanırım çocukların bir arada olduğu yetişkinler. Engelli çocukların, daha doğrusu tüm çocukların nasıl bir yetişkinle bir arada oldukları çocukların kendini nasıl hissettiğini, kendi potansiyellerinin ne kadarını ortaya koyabildiklerini, kendilerini ne kadar eşit hissettiklerini, ne kadar özgür, ne kadar mutlu hissettiklerini belirleyen bir etmen. Hakikaten hem de akranlarının, çocukların birbirlerine karşı nasıl davrandıklarını da etkiliyor hangi yetişkinlerle birlikte oldukları. Dolayısıyla da bütün sorumluluk yetişkinlerde. Onlara olanak sağlamak, onlara inanmak, onların potansiyellerine güvenmekle ilgili bir şey. Bir de o esastan sıyrılmak gerekiyor galiba. Ezbere bir esas o, kendi sınıfınızda da, ya da kendi çocuk grubunuzla çalışırken de illa, hepimizin maruz kaldığı esasın benzer olan şeyleri odak olarak alıyorsak, hakikaten mutlaka birilerini dışarıda bırakıyoruzdur. Dışarda kalanların başında da engelli çocuklar geliyor. Bunu yapmaya hiçbir şekilde hakkınız yok. Dediğim gibi bütün bunlar bir eşitlik mücadelesi. İnsan haklarının zaten özü bu. Her bir insanın ne kadar eşit olduğu, ne kadar içinde potansiyel olduğu,, ne kadar hayatı dönüştürme gücü olduğuna inanırsak sanırım bütün davranışlarımız, tutumlarımız da bu şekilde dönüşebiliyor. Bu anlamda eşitlik herhalde insanlığın en önemli kavramlarından bir tanesi.
Bahar: Bu keyifli röportaj ve önemli konu hakkında fikirlerini bizimle paylaştığın için teşekkür ediyorum.
Ezgi: Ben teşekkür ederim, hem böyle bir konuyu gündeme getirdiğin için, hem de ben kendi düşüncelerimi paylaşma olanağı bulduğuum için. Umarım, bütün bunlar bir şekilde çocukların hayatına olumlu bir şekilde yansır. Çok teşekkürler.