Netflix'te mini dizilerden biri Unorthodox. New York'ta kapalı bir Yahudi topluluğundan gelen, doğurmak ve ev kadını olmak dışında başka bir şey olmasını reddeden kurallardan kaçan bir kadını anlatıyor. Hikayeye dair herhangi bir ipucu vermek istemiyorum. Burada tartışacağım şey, kendini kapatan bir Yahudi toplumuyla ortaklıklarımızın olup olmadığı.
Yahudiler Nazi soykırımı dışında da kendilerini öteki konumunda buldukları soykırım, işkence anıları yaşadılar. Her biri mutlaka toplumsal olarak kendilerini korumaları gerektiğini çağrıştıracak mesajlar taşıyordu. Bunu aktararak bugünkü kültürel kodlarına eriştiler. BU yalnızca dışarıya karşı korunmayı değil, içeride de sıkı denetimi ve belli vazgeçilmez kuralları gerektiriyordu kuşkusuz. Unorthodox'ta işlenen topluluk, New York gibi bir yerde örneğin kadınların ne kadar dışarıyla bağlantıda olabildiğini ve ideal yaşam algılarını resmediyor. İç içe bir yaşam, birbiriyle alan bırakmamacasına fazla alaka, dedikodular, normlar ve nefes almaya imkan vermeyecek kapalılık… Bir kadın için okul yok, şarkı söylemek yok, kocasına hizmet dışında kendini geliştirme yolu yok.
Peki, yalnızca bu Yahudi toplumu mu böyle içine kapalı bir hayat sürüyor dersiniz? Sadece onlar mı hem kapanmak zorunda hissetmiş hem aslında bir şekilde kapatılmış? Kendini izole eden bir topluluktan her söz edişimizde, aynı zamanda bu izolasyona zemin hazırlayan koşulların yaratıcılarını da anmak gerekir. Tabii o mimarların öne sürdükleri ve yaşattıklarına göre de kendini tehlikede hisseden insanların içedönüklük dereceleri değişiyor. Fakat hep bir güvensizlik, hep bir ötekinin yanında kendini çıplak hissetme... Kimi zaman da kendini kanıtlaması, öteki oluşlarından sıyrıldığını ilan etmesi gerekiyor. Zorunlu olmadıkça dilini konuşmamak gibi mesela. “Ben aslında onlardan değilim” demenin bir yolunu aramak için çırpınmak mesela.
Kendi topluluğundan çıkan Esty kendisi gibi ötekilerleyken, daha umutlu hissedebiliyor. Hiç bilmediğimiz bir ihtimalse normallerin arasında ne yapabileceği, onu umudunun ne kadar taşıyabileceği olasılığı. İşte çoğunlukla yaşanan senaryo çokluğun içinde farklılığın yitip gitmesi. Fakat burada bir istisnayı izliyoruz. Bir zaman kendince makul kurallarla zapt ettiği topluluğun içinden kendini bulmak, kendi olmak üzere kaçan, kendi topluluğunda başarısız bir kadının dışarıda o kadar da beceriksiz olmadığına tanıklık ediyoruz. Tam da bu tanıklık anında zihnimden belli kimliklere, işlere, yaşamlara hapsedilmiş başka başka insanlar geçti. Tabii biz sakatlar da. Kiminle yaşayacağı zaten bilinen, ne kadar eğitimin, hangi konuda eğitimin yeterli olacağı malum, nerede çalışacağı aşikar sakatlar için öte bir dünya çoğunlukla mümkün değil. Dışarıya çıktığımızda, kendimizi bulmaya çalıştığımızda, nasıl canavarların bizi ezeceğine dair uzunca bir listemiz var. Tabii bu liste tamamen hayali değil. İçinde bizi günbegün sömürecek birtakım gözü dönmüş ruh emiciler de var. Kimse dışarısının tamamen güvenli olduğunu söyleyemediği için kimimiz baştan kaybedip tükeneceği yola çıkmak istemiyor. Belirlenmiş sınırlarda kalmak, yaşamını daha çok garantilemek demek. Tıpkı Unorthodox'ta içeride kalan diğer kadınlar gibi. Hiçbirisi suçlu, cesaretsiz ya da basiretsiz değil. Tabii bir yandan da her şeyin canına tak ettiği bir anda elindeki fırsatı kullanıp dışarıya kendini atan birileri de olacak. Buna cesaret, gözü karalık ya da arzu ettiğiniz başka bir şey diyebilirsiniz. Bence bu yalnızca sağa ya da sola dönmek gibi bir şey. Tam dönüşte birinin acısı ve riski, diğerine ağır basıyorsa gayet tabii daha iyi olanı seçersiniz. Peki ya örneğin sakatsam, hayatımda hiç böyle yol ayrımları olabilir mi? Eğer Esty'de olduğu gibi başka bir ülkeye gidişimin garantisi gibi bir imkansa, muhtemelen ayrımda duygularım ve mantığım gidişi gösterecek çelişe çelişe.
Yine de dışarıda var olmak, yani bize çizilen sınırların ardına geçmek, birden çok defa sınanmak anlamına da gelir. Çıkarız ama paramız biter… Ve biri dikilip karşımıza, "Tek bir kuruşun kalmadığında, döneceksin ama o zaman geç olacak” diyebilir. Bunun haklı bir uyarı olduğunu, ekonomik imkansızlıklardan ötürü umutlarını, hayallerini geride bırakanlardan dinledik, dinliyoruz. Ve hatta daha çocukluktan başlayan bu eşitsizliğin, başkaları tarafından işe yaramaz görüleceğimiz yıllara kadar süren sistematik bir ayrımcılığın, şiddetin ürünü olduğunu biliyoruz. “Paran yoksa, farklıysan, ötekiysen, işe yaramaman için yalnız ben çalışmayacağım, sen de kendini yiyip bitirmek için bana destek vereceksin” diyen bir yaratığın, yalnız benim değil, sizin de zihninizde canlandığını tahmin edebiliyorum. Çünkü Unorthodox'un bana bu çağrışım yolunu açmasının bir nedeni de bu. Bir kimliğe mensup olanların topluluğu, kendisi gibi olanlarla oturup gerçekçi bir değerlendirme yaptığında koruma içgüdüsü ağır basıyorsa, dışarıya güvensizlik kuvvetliyse, varlığını sürdürmek için tedbirler alacaktır. Bunun için de dışarı çıkmak isteyeni caydırmak, kendi içinde belli hiyerarşiler yaratarak kapalılığı / özdenetimi tesis etmek sayılabilir.
Biz de birbirimize zaman zaman yapmıyor muyuz? "Gidersen, yorulursun” demiyor muyuz? Gerçekten gidenlere kimi zaman kıskançlıkla, kimi zaman imrenerek, kimi zaman hüsranla bakmıyor muyuz? Dışarıda kaldığında dağılıp gidenlere “Ben söylemiştim” derken, bir diğer yanımız acı çekmiyor mu bu yenilgiden?
Gerçekten o kadar siyah beyaz mı içerde kalmak, içerde kalmaya zorlanmak, dışarı çıkmak veya reddedilmek? Burada suçlanacak kimse var mı? Yoksa zaman kendimizi, birbirimizi ve olan biteni şöyle bir irdeleyip anlama zamanı mıdır?