Sesler dans ediyor zihnimde. Karmakarışık, gelişigüzel ve korkunç sesler. Yerinden fırlayan kayalar, tuz buz olan bir şeylerin şangırtısı. Dünyanın en büyük, en rahatsız edici ezgilerini korkunç bir uyumla umarsızca seslendiriyor. Zihnimi yönetemiyorum ve en korktuğum şey başıma geliyor. Şarkının kokusu, öldürücü bir virüs gibi genzimi dolduruyor. Soluğum kesiliyor. Şarkı kokar mı, demeyin. Öyle bir kokar ki, ne anlatmak istiyorsa, onun kokusunu saçar. Dinleyici, ne hissetmişse, ne yaşamışsa, yıllar sonra bile onun kokusunu alır aynı ezgiden. Bunu düşününce, irkiliyorum. Yani bu korkunç çürüme kokusu ölene kadar benimle mi olacak? Midemin kusamadığı şeyi zihnim mi saklayacak? Hayır, kabul etmiyorum. Bu korkunç şey her neyse, ona savaş ilan edeceğim. Mücadele edeceğim şeyi tanımak için kulak kabartıyorum. Öğrendiğim her ölçüde değer olarak kabul ettiğim ne varsa, üzerinde tepiniyorlar. Yeniden yaratmayı, var olanı sorgulamayı severim. Değer kutsamak gibi de bir adetim yoktur. Ama bu yapılan, insan yanımı acıtıyor. Zamanla anlıyorum ne olduğunu. Yıllardır olup biten, biriken ne varsa, onun pisliği artık örtülemiyor. İnsani olan her şeye saldırılarını ahlak, değer maskesi altına gizleyenler maskelerini aralamış sadece. Sonuna kadar açılmış ağızlarından çıkan gürültüymüş beni sarsan. Susmamacasına haykırıyorlar şarkılarını. Her yerde, her biçimde. Sınır boylarına toz gibi savrulan insanlara kusuyorlar nefretlerini. Öldürülen bir akademisyene, sokakta yürüyen otizmliye. Nefretle titreşiyor ses telleri. “Ahlak” diyorlar, “değer yargılarımız” diyorlar. Kendilerine öğretilen ne varsa, onu farklı olanın sırtında kırbaç olarak şaklatıyorlar. Kendini hiç sorgulamadan çevresinin tüm yargılarını sahiplenen çoğunluk, farklı olanın üzerinde iktidarını sınıyor. Her Mills, “İktidarın nihai biçimi şiddettir” der. İktidar bir hegemonya aracıdır ve maalesef şiddeti içerisinde barındırır. Yukarıda sözünü ettiğimiz koronun bileşenleri, bu güç kullanımını fazlaca severler. Her ölçülerine, her notalarına sızmıştır. Şiddetin en yakıcı olan örneklerinden birisi ve ona karşı gösterilen tepki, bu yazıyı yazmamın nedenidir.
Otizmli bir genç yolda yürürken, kendisini tekme ve yumruklarıyla ifade eden bir amipin gazabına uğruyor. Sosyal medyada olaya tepki yağıyor. Otizmli çocuğu olan aileler, sanki suçlu taraf kendileriymiş gibi açıklamalar yapmak zorunda kalıyorlar. Evet, beyninizi bu kadar şişirmemin nedeni bu. Zorbalığa tepki paylaşımlarında genellikle otizmlilerin sevgi dolu olduğuna, nefret gütmediklerine, kimseye zarar vermediklerine vurgu yapıyorlar. İşte gerçek şiddet bu. Çoğunluğa göre farklı olan mağdur da olsa, kabul edilebilir bir yanı olmalı. Bir kadın taciz edilmemek için belli saatte evine gitmeli, bir eşcinsel kendini gizlemeli, bir engelli sevecen ve söz dinleyen olmalı. Evet, gerçek şiddet burada devreye giriyor. O otizmli çocuk sevgi dolu birisi olmasa, ne olacak? Bir kadın, bir engelli, bir göçmen zarar görmemek için genelin saçma sapan kalıplarına uymak zorunda mı? Tabii ki değil. Bunun böyle gitmemesi ve yazmadığımız kaderi bozmak için harekete geçmeliyiz. Kısa vadede, kendimizi savunurken genel yargıların arkasına sığınmamalıyız. Ben bu doğada yaşayan bir canlıyım. Hiçbir değer yargısını sahiplenmek zorunda değilim. Dünyada bir kişiyle bile anlaşamayabilirim. Bu, bana karşı uygulanacak şiddeti ve ötekileştirmeyi meşrulaştırmaz. Uzun vadede ise, sorgulama ve yaratıcılığı budanmış herkese başka bir yaşamın da mümkün olduğunu anlatabilmeliyiz. Kendi şarkımızın güçlü armonisini ancak böyle yaratabiliriz. Dünyanın en güzel korosunu kurmak bizim elimizde. Neyse. Çok konuştum yine. Dilim, damağıma yapıştı. Gideyim bir bardak çay alayım da siz de kafa dinleyin.
Kokuları sevda sevda, kavga kavga, yaşam yaşam nefesinizi ferahlatacak şarkılarla kalın.