Zıtlar arasındaki mesafe kıldan incedir. Zirveyle çukur arasında incecik bir çizgi vardır. Sevgiyle öfke, umutla karamsarlık arasındaki mesafe bir sigara içimi kadar uzaklıkta bile değildir. Bende bu sayıda yazmakla yazmamak arasındaki çizginin iki tarafında dönüp durdum. Dergiye ya da mücadeleye olan bağlılığım azaldığı için değil. Tam tersi ikisine de bağlılığım doruk noktasında. Karamsar olduğumdan da değil. İnsanlığa ve ütopyama dair umutlarım zirvede. Bize kendisinden başka şeyle ilgilenmenin dışında seçenek sunmayan toplumsal koşullar ve insanların içinde bulunduğu korkunç yabancılaşma, farklı ya da güzel şeyler yazmaya duyduğum büyük hasret nedeniyle. Hiç kimsenin içini çocuk saflığıyla başkasına açamadığı bir ortamın yarattığı korkunç yalnızlaşmaya ve yabancılaşmaya bir isyan olarak içimden geldiği gibi doldurmaya karar verdim sayfalarımı. Belki bir iç döküş bu. Yazılmasa da olurdu. Bütün suçun en masuma yüklenmesi konforundan payını alan 2020 büyük bir şenlikle kapı dışarı edildi. Elbet takvim yapraklarının somut bir cevabı olamayacağı için herkes içindeki öfkeyi büyük bir hınçla ona yöneltti. Çekip gitti oda sessiz sitemsiz. 2021’in ilk sabahı tabi ki beni ve içten içe benim gibi düşünen herkesi haklı çıkardı. Her şey 2020’nin bıraktığı gibiydi. Zamlar, artık toplumsal bir yaraya dönüşmüş kadın cinayetleri ve yoksulluk gündemimizi oluşturmaya devam ediyordu. Atilla İlhan’ın Deniz’lerin ardından yazdığı dizeler geldi aklıma. “Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız” Sıkılıyordum. Öyle böyle değil. Korkunç sıkılıyordum. Alkol aldığım günün ertesinde aynı şeyi yapmak gibi bir huyum olmamasına rağmen rakı doldurdum kendime. Anason kokusunda kendimi, düşünmenin büyülü hazzına bıraktım. Önce şair kibrine sahip olmadığını söyleyip Twitter hesabına takipçi isteyen Nevzat Çelik’e o işin öyle olmadığını anlatmaya çalıştım. Düşündüğümüzle yaptığımız çelişmemeliydi değil mi? J Sonra şiir ve türkülere balıklamasına bir dalış yaptım. “Yılan su getirir yavru serçeye” diyordu şair. Yılan su getirir mi yavru serçeye? İnsanlar birbirinin yüreğini deşiyor diye arabesk sayılabilecek bir tweet attım. Hiç bana yakışıyor muydu arabesk kültür? Olsundu, içimde yaşadığımı saklamak iyi bir şey değildi. Zihnime Nurşani’nin “Yabancı” eserinin sözleri takıldı. “Zaman mı hızlandı vakit bir başka. Geceyi kaybettim günler yabancı.” İşte diyorum. Ozan bilgeliğiyle ne güzel özetlemiş. Camus’un yabancı romanı geliyor aklıma. Annesi öldüğü için üzülmemesi ama üzülmüş görünmesi. Evet çoğunluk bir iktidar oluşturuyor. Bu iktidar insana gerçek hislerini söylemeyi yasaklıyor, kişinin istediği gibi olmasını engelliyor. Hatta çoğunluk gibi olduğunu söyleme mecburiyetini dayatıyor. Bunun dışına çıkamayanlar zamanla çözülüyor, başkalaşıyor. Aşağılanma korkusu, baskıyla mücadele edemeyeceğini düşünmesi, kaybedecek şeylerinin olması onu kendinden vazgeçmeye itiyor. En büyük aşağılama da ondan sonra geliyor Evet gerçek aşağılanma bu. Kadının en küçük itirazında erkeğin sana ben bakıyorum demesi, işçi emeğinden kazandığı artı değerle zengin olan patronun ekmek kapısı gibi görülmesi. Tabi ki bu durumu en çok yaşayanların başında yeti farkı olan bireylerin geldiğini söylesem yanlış olmaz. Kaldırımı işgal edip ben sana yardımcı oluyorum diyen bir insana mahcupça teşekkür etmek, hak talebinde bulunurken devlet sizin için çok şey yapıyor cevabından ürküp geri çekilmek, olması gerekeni yapan bir yetkiliye minnet duymak. Evet eşitsizliği yaratanlara karşı korkunç bir tevekkül. Toplum bize saygı duyduğunu söylerken eşit yaşama talebimize kulak tıkıyor ama olsun. Bize saygı duyuyor ya. Bu saygının, kız kardeşinin Gregor Samsa’ya duyduğu histen bir farkı var mı? Bize nitelikli iş vermeyip kriz dönemlerinde de işe yaramadığımızı ima eden aynı toplum değil mi? Karşıdan karşıya geçerken kolumuza girdiği için bile minnet bekleyen aynı insanlar değil mi? Hayır niyet sorgulamıyorum. İnsanlar iyi ya da kötü niyetli olabilir. Saygının eşitler arasında olacağını söylüyorum. Eşitlik olmadan saygının da olmayacağını söylüyorum. O nedenle insanların kendisi gibi olup, kendisi gibi mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorum. Diyojen “Beni aşağılamış olabilirsin ama ben aşağılanmadım der.” Evet kendimize dair olanı savunduğumuzda aşağılanabiliriz belki. İnadına diretip koşulları ve mevcut zihniyeti değiştirdiğimizde karşımızdakinin bizi aşağılamak gibi bir silahı olmadığını anlayacağız. Asıl aşağılanmayı egemen zihniyete boyun eğip kendi içimizde çözüldüğümüzde yaşıyoruz. Bunun için kendimizi aramakta daha ısrarcı olmalıyız. Kavganın ve sevdanın en esaslısı çırılçıplak olandır. Kendi içimizde kendi çıplaklığımızdan korkmamalıyız. Gelecek, doğaya ve insanlığa gülümsüyor. Bugün her yerde direnen işçi ve emekçiler, yeni yılı umutla dolduran Boğaziçi öğrencileri, şiddete ve cinsiyetçiliğe karşı alanları dolduran kadınlar bize esin kaynağı oluyor. Yine geleneği bozmayayım ve umut dolu dizelerle veda edeyim.
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın ırmaklara göğe bütün
evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir
armağandır.
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana.