Ayşe 28 yaşında genç bir annedir. Henüz 3 aylık bebeğinin gelişimini öğrenmek için bebeğiyle birlikte yola çıkar. Bin bir zorlukla indiği metro istasyonunda beklerken, bebeğine almış olduğu kıyafetlerin daralmaya ve boylarının kısalmaya başladığını, bebeğinin planlanan tepkileri verdiğini, hafiften yüzünde gülümseme gördüğünü, tüm bu işaretlerin bebeğinin sağlıklı olduğunu gösterdiğini düşünmektedir. Metronun yaklaştığını fark eder. Kalabalıktan sıyrılıp, bir an önce metroya binebilmek ümidiyle öne doğru yaklaşır. Eğilip bebeğine bakar ve huzur içinde uyuduğunu görünce rahat bir nefes alır. Bebeğinin hayalleriyle doluyken, ayaklarının yerden kesildiğini hisseder ve birkaç saniye sonra, metro istasyonunun uğultusu yok olmuştur.
Ahmet Amca 64 yaşında bir dededir. Torununun 4 gün sonra yapılacak nişan töreni için kalıcı bir hediye almak ister. Dışarda çok vakit geçirmeden, bir an önce metroyla gidip işlerini halletmeyi planlamaktadır. Bozuk asansörün yarattığı can sıkıntısıyla, kalabalık yürüyen merdivenlerden aşağıya iner. Bir yandan torununun nişan töreni, bir yandan diğer torununun üniversite eğitimi ve çocuklarının işleri kafasında dönmektedir. Üstelik eşi de bir saat sonra oturmaya gittiği arkadaşının yanından ayrılacaktır ve onunla buluşup güzel bir akşam yemeği yiyeceklerdir. Beyninin kıvrımlarında bu düşüncelerle metronun yaklaşmakta olduğunu fark eder. İstasyon da çok kalabalıktır. Yavaş yavaş öne doğru ilerler. Adımını atar ve fakat ayağının altı boşluktur. Daha ne olduğunu anlayamadan sırtında bir ağırlık hisseder ve istasyonun uğultusu son bulur.
Özge 18 yaşında bir üniversite öğrencisidir. Eğitim almaya geldiği bu şehri tanımak amacıyla bir gezinti yapmak ister. Çıkmışken yeni kiraladığı ev için birkaç eşya alacak ve aynı zamanda sevgilisine de onu ne kadar özlediğini gösterebileceği minik bir hediye yollayacaktır. Metro istasyonuna gelir. Kulaklıklarından beynine akan ve orada parıltılı ışıklarla dans eden müzik notalarını dinlerken, metronun yaklaştığını fark eder. Hareketlenen insanlarla birlikte vagona doğru yürür. Vagona doğru sürüklendiğini düşünürken, bir anda kendini boşlukta bulur. Çığlıkları tren ve istasyon gürültüleri arasında kaybolur ve sonra uğultu yok olur.
Erhan 35 yaşında bir babadır. 8 yaşındaki oğlu Okan’la birlikte, yeni başlayacak eğitim yılı için alışveriş yapmaya çıkmışlardır. Okan tüm çocuk neşesiyle, babasına hangi malzemeleri istediğini sıralamakta, yapacağı resimler için almak istediği boya setlerini anlatmaktadır. Erhan oğlunun heyecanıyla ve sevinciyle sarmalanmış hayallerini dinlerken, kendisi de ileride belki oğlunun dünyaca ünlü bir ressam olacağını, herkes tarafından tanınacağını, belki de şehrin en büyük resim atölyesini açacağını düşünmektedir. Yaklaşan trene doğru yürürlerken, oğlunun elini daha da sıkı tutmuştur. Ancak bir an sonra avucunun boş olduğunu fark eder. Trene dur diye bağıramadan vagonun tekerlekleri dönmüştür bile, resim atölyesinin üzerine kaldırılamaz beton yığınları atarak.
Onur 30’larında genç bir kör adam. Yakın zamanda yapılacak düğün töreninin heyecanı ve telaşıyla, son hazırlıkları tamamlamak için alışverişe çıkması gerekmektedir. Metro istasyonuna gelir. Yetersiz erişilebilir yüzeyler ve başkaca hiçbir yönlendirici bulunmayan bekleme peronunda treni beklemeye başlar. İstasyonun uğultusu arasında yaklaşan trenin kapılarının nerede açıldığını duymaya çalışır. Tahmin ettiği yöne doğru yürürken, kendini rayların üstünde bulur. Etraftakilerin çığlıkları sayesinde, vagonun soğuk tekerlekleriyle tanışmak zorunda kalmadan kurtarılır.
Oğuz 40’lı yaşlarında kör bir adam. Her ay yapılan kitap okuma etkinliği için evinden neşeyle çıkar. Okuduğu kitap onu çok heyecanlandırmış ve birçok yeni tespit yapmıştır. Aslında bu kitabı 3 yıl kadar önce bir kez daha okumuştur. Ancak, kitap kulübünün ona kattıklarıyla, bu kez çok farklı noktalar bulmuş ve bir an önce toplantı yerine ulaşmak için acele etmektedir. Aslında biraz erken çıkmıştır. Buluşmanın yapılacağı kafe, harika bir parkın içindedir. Toplantıya kadar parkta biraz yürüyüş yapmak, bastonunun sesine eşlik eden kuşları dinlemek ve sonbaharın güzelliklerinden olan dökülen yapraklar üzerinde huzur bulmak istemektedir. Sevdiği şarkılardan oluşan çalma listesini hazırlar. Trene biner binmez, kulaklıklarını takacak ve yaklaşık 10 dakika sürecek metro yolculuğunu da eğlenceli hale getirecektir. İstasyona geldiğinde boş olduğunu fark eder. Bastonuyla kontrol ederek, yaklaşık olarak beklemesi gereken yeri bulur. Trenin yaklaştığını duyunca hareketlenir ve kapının açıldığını tahmin ettiği yöne doğru yürür. Adımını atar ve boşlukta uçtuğunu hisseder. Nerelerden geldiyse, kulağına Nazım Hikmet’in “Yaşamak güzel şey be kardeşim” dizesi çalınır ve sonra derin bir sessizlik.
Yukarıda okuduklarınız, ülkemizde ve gerekli güvenlik tedbiri alınmayan ülkelerde %90’ından fazlası ölümle sonuçlanan metro kazalarından birkaç örnek. İsimler değiştirilerek olaylar anlatılmıştır. Sonra sayın yetkililer, “Ama metro kazasında bu isimde birisi ölmedi ki” diye çıkmasınlar karşıma.
Seyahat hakkı hem ulusal hem de uluslararası metinlerde koruma altına alınmış, en temel insan haklarından birisidir. Ancak seyahat hakkı, sadece insanların bir yerden başka bir yere gitmelerini sağlayacak araçlar yapılması ve bunların kullanıma tahsis edilmesiyle sağlanmış olmuyor. Seyahat sırasında insanların güvenliğini sağlamak da seyahat hakkının en temel bileşenlerinden birisi. Üstelik güvenli seyahat hakkı, asla vazgeçilmez, üzerinde tartışılamaz olan yaşam hakkıyla da çakışmaktadır. Hizmet sağlayıcıları ki bu bizim ülkemiz açısından yerel yönetimler ve özel sektördür; güvenlik tedbirlerini almayı, maliyeti artırdığı gerekçesiyle öteleyemezler. Bu öteleme doğrudan cinayete teşebbüs anlamına gelmektedir. Çünkü güvenli seyahat kapsamında alınması ihmal edilen ya da maliyetleri artırıyor gerekçesiyle ötelenen bir tedbir, doğrudan insan hayatını sonlandıracak ya da baştan aşağı değiştirecek sonuçlar doğurabilmektedir.
Maliyetleri artırıyor gerekçesiyle alınmayan güvenlik önlemleri nedeniyle, Ayşe bebeğinin büyüdüğünü hiç göremeyecek ve bebeği her şeye rağmen güzel olan bu dünyayı hiç tanıyamayacak; Ahmet Amca torununun nişan törenine katılamayacak ve eşiyle keyifli bir akşam yemeği yiyemeyecek; Erhan, Okan’la hayalleri üzerine hiç konuşamayacak, Okan’ın odasına girdiğinde oluşan boşluğu hiçbir şeyle dolduramayacak; Özge yeni kiraladığı evini yerleştirip, arkadaşlarıyla güzel vakitler geçiremeyecek, annesine sarılıp, sevgilisiyle buluşamayacak ve hayal ettiği diploma töreninde kepli bir fotoğrafı olmayacak; Oğuz arkadaşlarıyla buluşup, okuduğu kitapta onu heyecanlandıran noktaları ve tespitlerini anlatamayacak. Şimdi bana birisi anlatsın, hangisinin hayali, hayata dair umudu, beklentileri, en önemlisi de yaşam hakkı, metro istasyonlarında alınması gereken güvenlik tedbirinden, istasyona yaklaşan trenin duracağı yere yapılacak bir bariyer ve o bariyere yerleştirilecek tren geldiğinde açılıp uzaklaştığında kapanacak kapılardan daha ucuz? Milyarlarca lira harcayıp, gösterişli törenlerle açılışlarını yaptığınız metrolar, ölüm kusmaya devam ettikçe hangi insan hakkına hizmet edecek.
Bizler Okan’ın hayallerinin, minik bebeğin yaşam hakkının, Ahmet Amca’nın keyifli zamanlarının, Özgenin mezuniyet kepinin, Oğuz’un dünyayı daha yaşanabilir bir yer kılma çabalarının koruyucularıyız. Tüm bunlar artık bize emanet ve sizin, sadece bir yerler daha güzel görünsün diye yaptığınız harcamaların, birileri daha lüks yemekler yesin diye akıttığınız servetlerin, birileri daha lüks arabalara binsin diye sorumsuzca saçtığınız paraların peşine düştük. Çünkü yaşam hakkı en kutsal haktır ve maliyet bahanesine sığınıp, hiçe sayılacak kadar da ucuz değildir. At sinekleri görev başında; derdimizi anlatana kadar da başınızdan gitmeyeceğiz.