Bazen tersi olur, ama mutlaka olur.
Genelde sıkılırım ilgi odağı olmaktan, abartılı tepkiler verilmesinden, neler yapabileceğimi anlatmaya çalışmaktan ve yorulurum işime karışılmamasını kibarca istemeye çalışmaktan. Son zamanlarda, "Anlamama" prensibine tersinden itaat etmeye karar vermiş bir grup insan bana küçük sürprizler yapıyor.
Elimde baston, yol soruyorum; "Şu tarafta" diye cevap veriyor. Ben elime koluma yapışılmasını beklerken, "İşte şu arabanın döndüğü yer" diyor. "Yalnız ben görmüyorum" deyince başlıyor özür dilemeye. Gülüyor, utanıyor, mahcup oluyor, tekrar özür diliyor. "Peki" diyorum, "Özür dilemeyi bırakıp ne tarafa yönelmem gerektiğini söyleyecek misiniz?"
Kafe tarzı büyükçe bir mekâna giriyorum tek başıma. Birkaç adım atıyorum hala tek başımayım. Yavaşlıyorum biraz, sonra duruyorum, evet durmaya devam ediyorum, ve hala tek başımayım. Kimse gelip bir şey demiyor, kendilerince yardımcı olmaya çalışmıyor. Başta hoşuma gidiyor bu durum, "Demek ki" diyorum, "İnsanlar benim ne yaptığımı bildiğimden emin." Ama en azından bir görevli falan gelip bir yardımcı olsaydı iyiydi. Sonra garson olduğunu tespit ettiğim birine yaklaşıyorum, tam bir şey diyeceğim hızla uzaklaşıyor; tekrar yaklaşıyorum, bu sefer ben tutuyorum kolundan, kaçmasın diye. Birinin kaçıp gideceği düşüncesinin yarattığı panik böyle bir şeymiş demek. Beni yönlendirmesini talep eden, buyurgan bir sesle soruyorum: "Pardon nereye oturabilirim acaba?" Garson elf gözleriyle mekânı taramaya başlıyor ve "Boş yerler var, istediğiniz yere oturabilirsiniz" diyor. Abartılı bir sevinçle "Gerçekten mi?" diye haykırıyorum, bastonu gösteriyorum. "Beni takip edin" demesi üzerine peşinden giderken, hayatımı çizgi film tadında yaşıyor oluşuma gülüyorum.
Bir redaksiyon işi için bir tür iş görüşmesi yapacağım. Bir süre sonra işi verecek şahıs geliyor. Ben kendimi bu işi nasıl yapacağımla ilgili kuşkuları gidermeye hazırlamışım. Onca sayfayı nasıl duyarak okuyacağımı anlatmak için hayli uğraşacağımı düşünüyorum. Başlangıçta görmediğimi, bilgisayarı sesli kullandığımı falan anlatıyorum kısaca. "Tamam" deyip, metnin içeriği üzerinde duruyor daha çok. Vay anasını" diyorum içimden, "Yaparım dediysem yapacağımı düşünüyor demek." Sonra cep telefonundan bir şeyler göstermeye başlıyor, bir kitap kapağı, bir yazı stili vs. "Yalnız" diyorum, "Ben görmüyorum, demiştim az önce." Hemen mahcup bir gülümsemeyle özür dileyip ekranı büyütmeye çalışıyor, biraz büyütüyor tekrar gösteriyor, "Görmüyorum" dedikçe biraz daha büyütüyor ekranı.
Garson gelip kurtarıyor bizi bu sonsuz döngüden. "Tatlı ne var?" diye soruyorum. Garson menüyü iteliyor önüme, ben de ona doğru iteliyorum tekrar, "Ben görmüyorum da, siz yardımcı olabilir misiniz?" diyorum. "Tabii ki" diyor, son derece iddialı ve vaat dolu bir sesle. Menüden tatlıların olduğu bölümü açıp uzatıyor önüme, "Buyurun" diyor, Tatlılar burada, ben sizin için açtım" ve tepemde kollarını birleştirip, başarısını seyre başlıyor. Görmediğimi bir kez daha mı söylemeliyim?
Bu kadar çok, görmediğimi belirtmek zorunda kaldığım başka bir gün hatırlamıyorum, bir yıllık kotayı doldurdum, artık söylemeyeceğim.
Mekândan çıkarken, yanımdaki şahıs "Siz arabayı nereye bıraktınız, ben park yeri bulamadım, uzağa bıraktım" falan diyor. Artık konuşulanları dinlememeye ve sadece "Evet" demeye karar veriyorum.
"Park yeri ciddi sorun ya"
"Evet"
"Aslında şöyle böyle"
"Evet"
"Yayınevleri falan filan"
"Evet"
"İyi akşamlar"
"Evet evet, kesinlikle iyi akşamlar"
İşte böyle, "Ya hep ya hiç!" diyerek ant içmiş bir grup insan eşliğinde, bu efsanevi bölümün de sonuna gelmiş oluyoruz.
Sağ olun kardeşlerim, kafanız güzelmiş bu arada, hayırlı olsun.