Kıymetli okurlarım! Hatırlayacağınız gibi derginin ocak sayısında bir yazı kaleme almış; yazının devamını takip eden sayıda yazacağımı vaat etmiştim. Ancak bu sene şubat ayının EEEH Dergi’nin 5. Seneidevriyesine tekabül etmesi sebebiyle EEEH Dergi’nin bana kazandırdıklarını bir yazıyla anlatmak istedim. Bu sebepten ocak sayısında yazmayı vaat ettiğim yazı bu sayıya kaldı. Bu yazıma bu gecikmeden dolayı tüm okurlarımdan özür dileyerek başlıyorum.
Ana yoldan bir hayli içeride terk edilmiş bir inşaat… Tıpkı dizinin sunucusu Sevil Atasoy’un dediği gibi her türlü suçu işlemeye müsait bir yer. Ve bu yerde vahşice öldürülmüş hayatının baharında bir genç kız… Her zaman olduğu gibi baş komiser Orhan ve yardımcısı komiser Selim olay yerinde. İlk dikkatlerini çeken maktulün yüzündeki çığlık maskesi. Bu maskenin maktulden çok katile ait olduğunu hemen fark eden ekibimiz bu korkunç cinayetin izini maskeden yola çıkarak sürmeye karar veriyor. Bu maske onları ilk önce konsepti çığlık maskesi olan, lüks bir rezidansta yapılan çılgın bir partiye götürüyor. Burada maktulün adının Melis olduğunu, sevgilisiyle beraber partiye katıldığını öğreniyorlar. Maktulün sevgilisi şüphe üzerine gözaltına alınıyor. Baş komiser Orhan’ın kafasına Melis’in buradan cesedinin bulunduğu yere nasıl taşındığı sorusu takılıyor. Her ne kadar cinayet silahı partinin verildiği rezidansta bulunmuş olsa da kan izlerinden Melis’in partinin verildiği rezidansta değil bir şekilde götürüldüğü o metruk inşaatta öldürüldüğü anlaşılıyor. Baş komiser Orhan ve yardımcısı komiser Selim Melis’in partiden bir şekilde bayıltılarak çıkarıldığı neticesine varıyorlar. Komiser Selim baş komiser Orhan’ın talimatıyla adli tıpta çalışan aynı zamanda sevgilisi olan Zeynep’e maktulün kanında uyarıcı madde araştırması yapmasını söylüyor. Zeynep’in yaptığı araştırmalar ekibimizin Melis’in öldürülmeden önce partinin verildiği lüks rezidanstan nasıl çıkarıldığı hakkındaki tezini doğrulamakla kalmayıp hadisenin yeni bir boyut kazanmasına yol açıyor. Zeynep elde laboratuvardan gelen neticeleri karşılaştırarak Maktulün vücudunda bulunan uyarıcı maddenin bundan 2 sene evvel bir genç kızın intiharında da kullanıldığını, intihar eden bu kızın hala baş şüpheli sıfatıyla tutuklu bulunan Maktulün sevgilisi olan Mert’in eski sevgilisi olduğunu baş komiser Selim’e söylüyor. Bunun üzerine ekibimiz vakit kaybetmeden intihar eden kızın ailesini sorguya çekiyorlar. Ve o sorgu sırasında katilin maskesi düşüyor. İntihar eden kızın abisi Berk, hem ablası Sedef’i hem de ablasının eski sevgilisi Mert’in şimdiki kız arkadaşı Melis’i nasıl öldürdüğünü tüm teferruatıyla itiraf ediyor. Zaten buraya kadar diziyi özetlememin sebebi de dizinin sonundaki bu itiraflar.
Sakat kaldığınızı ya da aile fertlerinizden birisinin sakat kaldığını düşünün. Hele bir de çevrenizde ekonomik özgürlüğü bulunan, hayatı diğer insanlarla aynı seviyede yaşamaya çalışan, sakatlığı kimlik haline getirmiş müspet bir örnek yoksa içine düşeceğiniz psikolojik buhranı bir hayal edin. İşte bu dizi bu psikolojik buhranın nasıl 2 korkunç cinayete sebep olduğunun hikâyesi aslında. Katil zanlısı Berk, Mert’ten hamile kalan, yanlış kürtaj neticesi kendi değimiyle ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkûm olan ablasını sırf sakat kaldığı için suyuna aşırı miktarda uyku ilacı katmak suretiyle zehirleyerek öldürüyor. Üstelik bunu ablasından nefret ettiği için değil onu sevdiği için yapıyor. Berk’in ablasını öldürmesini savunurken kullandığı ifadeler bir hayli ilginç ve ürkütücü. Aynen şöyle diyor Berk:
-O aşağılık herif ablamı hamile bırakıp gitti. Ablam bizden durumu saklamak için kürtaj olmak istemiş. Ablamın yanlış müdahale neticesi ömür boyu sakat kaldığını öğrenince dünyam başıma yıkıldı. Ablam küçükken beni her türlü tehlikelere karşı korurdu. Şimdi ablama yardımcı olma sırası bende diye düşündüm. Ve daha fazla acı çekmemesi için suyuna ilaç karıştırarak onu öldürdüm.
Şimdi Berk’in ablasını öldürme gerekçesini sakatlık perspektifinden ele alalım. Burada geleneksel sakatlık anlayışının ön plana çıktığını görüyoruz. Genç kız hem sevgilisi tarafından terk edilmiş; hem sakat kalmıştır. Berk’in deyimiyle o tekerlekli sandalyeye mahkûm bir acizdir artık. Bu yüzden insan içine çıkamaz; yanında birisi bulunmadan hiçbir yere gidemez. Bu yüzden her gün büyük acılar çekmektedir. Ve ömrü oldukça acı çekmeye devam edecektir. Onu öldürüp çektiği acılardan kurtarma vazifesi de biricik kardeşi Berk’e düşer. Sizce çektiği acılardan kurtarmak için sakat bir kişiyi öldürmek ya da başka sakat çocuklar dünyaya getirip onlara da aynı acıları yaşatmasın diye onu kısırlaştırmak kanıt dizisinin hayali karakteri Berk’e ait bir düşünce mi? Eğer öyleyse Amerika ve Avrupa’daki sakatları kısırlaştırma hareketini nereye koyacağız? Gerçi sakat doğduğu için çocuk öldürme vakaları yok ama aileler hamilelik döneminde sakat doğacağını öğrendikleri çocukları anne karnında öldürmüyorlar mı? Ailelerin, çocuklarının sakat doğacağını öğrendikleri zaman kürtaj kararı almalarının bir sebebi de çocuklarının ileride sakatlığından dolayı büyük acılar çekeceği saplantısı değil mi? Hasbelkader dünyaya gelmiş olan biz sakatlar hayatta ne kadar başarılı, ne kadar mutlu olursak olalım gerek toplumun gerek çevremizin, hatta ailemizin bu bakış açısıyla bize yaklaştığına şahit olmuyor muyuz? Sizi bilmem. Ama ben katilin yüzündeki maskeyi kaldırdığım zaman altında dünyaya geldiklerinde işe yaramayacaklarına ve sürekli acı çekeceklerine inanıldığı için daha anne karnındayken öldürülen bebekler, dünyaya kendileri gibi ömür boyu acı çeken ve işe yaramayan çocuklar getirmesinler diye kısırlaştırılan, hepsinden daha vahimi ömürlerinde acı çekip çekmeyeceklerine başkaları tarafından karar verilen sakatlar görüyorum.
Gelelim Berk’in sakat kılığına girip Melis’i öldürmesine. Berk tekerlekli sandalyeyle partiye gelir. Sakat olduğu için kimse ondan şüphelenmez. Doğrudan hedefi Melis’in yanına gider. Melis sevgilisiyle kavga etmiştir ve ağlamaktadır. Neden sonra başını çevirip tekerlekli sandalye üzerindeki Berk’i görünce ona gülümser ve onunla sohbet etmeye başlar. Berk, Melis’e bir kadeh içki uzatır. Melis biraz tereddütle de olsa Berk’in sunduğu içkiyi alır ve içer. Gerisi klasik Nuri Alço filmi senaryosu. Peki, sizce Melis üstelik bir sevgilisi olduğu halde tekerlekli sandalyeli olmayan bir erkekten gelen böyle bir teklifi kabul eder miydi? Büyük ihtimalle etmezdi. Bu durumun sakatlar açısından imtiyaz mı yoksa pozitif ayrımcılık mı olduğunu kestiremedim.
Gelelim dizinin en son ve can alıcı kısmına. Melis’in ilacın etkisiyle uyuduğunu anlayan Berk tekerlekli sandalyeden kalkarak yerine Melis’i oturtur. Ve tekerlekli sandalyeyi arkadan itmeye başlar. Şimdi Melis tekerlekli sandalyeye mahkûm zavallı bir kızı, Berk ise ona yardım eden yardım sever genci oynamaktadır. Ve elini kolunu sallaya sallaya Melis’i oturduğu tekerlekli sandalyeyle arabasına kadar taşımayı başarır. Sonra onu o metruk inşaata götürür ve öldürür. Peki, sizce Berk nasıl elini kolunu sallaya sallaya Melis’i partiden kaçırmayı başardı? Tekerlekli sandalyenin bunda rolü neydi? Neden kimse tekerlekli sandalyeyle taşınanın yakın arkadaşları Melis olduğunun farkına varmadı? Kimse sakatlığı bir arkadaşına konduramadı çünkü. Bu yüzden de tekerlekli sandalyenin üstündeki kıza dikkatli bakıp onun arkadaşları Melis olduğunun farkına varmadılar. Sakatlarla sağlamların arkadaşlık yapmaları, sağlamların sakatlarla arkadaş olmak isteyip istememeleri meselesi ayrı bir yazının mevzuu olduğundan bu yazıyı burada bitiriyorum.
Ha bu arada sakın siz “Ben gerçekten sakatım. Beni kimse yakalayamaz” diyerek cinayet falan işlemeye kalkmayın. Kanıt dizisinin sunucusu Sevil Atasoy’un dediği gibi: “Unutmayın! Kusursuz cinayet yoktur.