Yazıyı okumaya başlamadan önce, aşağıda birden dörde kadar numaralandırılmış ifadelerden size en doğru gelen söyleyişi seçiniz.
1) “Görme engelli bayan”
2) “Görme engelli kadın”
3) “Kör bayan”
4) “Kör kadın”
En doğru ifade olarak birinciyi seçenlere benim şu an için diyeceğim bir şey yok. Bu “sıkıcı” yazıyı okumaya devam etmezlerse anlayışla karşılarım, belki başka koşullarda yeniden karşılaşırız.
İkinciyi seçenler, sakın bir yere ayrılmayın. Bu yazının asıl hitap etmek istediği sizsiniz çünkü anlaşılabileceğime dair en yüksek umudum sizdedir.
Üçüncüyü seçenler diye bir grup olduğunu hiç sanmıyorum. Bu yüzden, “Siz aslında yoksunuz” demek istiyorum size. Ola ki eğer varsanız önce benim sizi dinlemem lazım.
Dördüncüyü seçenleri saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Büyük ihtimalle tanışıyoruzdur zaten. Eğer tanışmıyorsak tanışalım bence, iyi anlaşırız. Ama şimdi siz de bir yere gitmeyin lütfen çünkü sizinle de paylaşmak istediklerim var.
***
“Görme engelli mi diyelim, kör mü diyelim, özel birey mi diyelim?” sorusu, “Sakız çiğnemek orucu bozar mı?” sorusundaki sakız gibi uzamış ve bir türlü son nokta konulamamış bir soru olarak karşımıza çıkıyor sürekli. Bu sorunun cevabı da, “Kadın mı denmeli bayan mı?” sorusuna vereceğimiz yanıtın mantığıyla aynı aslında. ‘Görme engelli’ yerine ‘kör’ diyerek, işaret etmek istediğimiz kişiyi veya durumu, ‘gören’i referans almadan, doğrudan ifade etmiş oluyoruz ve bu ‘da kör’ demek için başlı başına yeterli bir gerekçe bence. Eğer kör sözcüğü kulağa kaba, çirkin veya aşağılayıcı geliyorsa; burada bu sanrıya sebep olan düşünce alt yapısını sorgulamak gerekir. Kör olmak neden kötü bir anlam taşısın ki? Eğer siz kör olma halini aşağılık veya acınası bir şey olarak görmüyorsanız, neden kör demekten veya denmesinden rahatsız olasınız ki? Yine de kör sözcüğü içinize sinmiyorsa körlükle veya körlerle ilgili gerçek düşüncelerinizi sorgulamalısınız. Nasıl ki kadın sözcüğünü kaba ve ayıp bulup onun yerine bayan denmesinin daha kibar olduğunu savunan mantığı kabul etmiyorsak, aynı şekilde, kör demek de sanki çok kötü bir şeymiş gibi görme engelli falan diyerek sözde yumuşatma çabasını da kabul etmemiz mümkün değil.
Tamam; iyi, güzel de… toplum buna hazır mı? Ne yazık ki hazır değil. Çoğunluğun algısı olması gereken seviyenin çok altında. Biz de gerek sosyal yaşamda gerek iş yaşamında, insanlarla iletişim kurmak zorundayız, bunu yaparken de mümkün olan en az miktarda yorulmak istiyoruz. İtiraf etmeliyim ki çoğu kez insanlardan yana o kadar ümitsiz oluyorum ki, “kim anlatacak şimdi buna” diyerek onların duymaya alıştığı gibi konuşuyorum. “Ben görmüyorum” dediğim bir idari amirden bile “Estağfurullah” cevabını almış biri olarak, körlükten bahsettiğimde ya hiç anlaşılmıyorum ya da dalga geçtiğim veya saçmaladığım düşünülüyor. O sırada da çözülmesi gereken bir sorun varsa ortada, işi gücü bırakıp, etimolojiden girip sağlamcılıktan çıkan bir söylev vermek çok mantıklı görünmüyor bana. Nasıl çözeceğiz bu işi?
Bu konuyla ilgili bir diğer direnç noktası da , “Bunca erişilebilirlik ve ayrımcılık sorunu varken, ‘Kör mü densin görme engelli mi densin’ meselesine takılmanın gereksiz olduğu düşüncesi. Ben bu argümana hiç katılmıyorum, çünkü mücadele bir bütündür ve her alanda kararlı bir duruş gerektirir. Körlüğün negatif anlam yükünü ortadan kaldırmadan, hiçbir mücadele alanını “hak temelli” bir zemine oturtmamız mümkün değil. Şöyle ki, eğer kör sözcüğü incitici bir anlam taşıyorsa, demek ki körlük hali üzücü ve istenmeyen bir durum. Öyleyse insanların acıma ve yardım etme davranışlarından neden rahatsız oluyoruz?
Körlüğün, doğal bir özellik ve sıradan bir farklılık olarak algılanmadığı bir yerde, erişilebilirlik düzenlemelerinin hak değil de lütuf olarak görülmesi normal değil mi? Aynı şekilde, “özel gereksinimli birey” ifadesi de her ne kadar kulakta nazik bir tını oluştursa da, hak temelli anlayışın tam karşısında bir bakış açısını ifade ediyor. Örneğin yeraltı metro istasyonlarında, yolcuların doğru çıkışı bulabilmeleri için konulan görsel işaretler, “özel düzenleme” olarak isimlendirilmezken, sesli anonslar neden özel bir düzenleme olarak algılanıyor. Neden bir erişilebilirlik düzenlemesi yapıldığında ekstra bir iş yapılmış gibi takdir edilmesi ve hatta teşekkür edilmesi gerekiyor? Neden yetkililer bir yere yön levhası koyduklarında bunu uzun uzun anlatıp övgülere mazhar olmayı ummuyorlar? Biz yeti farklılığı olanlar, kendimizi ‘özel gereksinimli’ olarak tanımladığımızda, ihtiyacımız olan her türlü icraatın da ekstra bir lütuf olarak algılanmasının önüne geçemeyiz.
Tüm bunlara rağmen, “Sözcüklere de çok takılmamak lazım” diyenlerimiz hiç de az değil. “Benim ihtiyacım/hakkım olan erişilebilirlik düzenlemeleri yapılsın da, ne derseniz deyin, ister görme engelli deyin ister kör isterseniz de Mahmut deyin!” şeklinde akıl yürüten dostlar için de bir çift sözüm var. Biz insanlar sözcüklerle düşünürüz ve sözcükler düşünceleri oluşturur, ve bu sözcükler her tekrar edilişinde oluşturduğu o düşünceyi besler ve pekiştirir. Sizi temin ederim ki dil değişmeden düşünce değişmez. Düşüncenin değişmediği, eşitlikçi bir anlayışın içselleştirilmediği hiçbir eylemden de istenen sonuç elde edilemez.
İyi ve yararlı bir iş yapma amacıyla yola çıkılan davranışlarda ve düzenlemelerde dahi, en iyi ihtimalle devamlılığın sağlanamadığına, çoğu kez de yarardan çok zarara sebep olunduğuna dair sonsuz sayıda örneğe tanığız. Benim burada yapmaya çalıştığım şey entelektüel zırvalıklarla tamamen teorik bir alanda fikir tartışması yapmanın çok ötesinde. Dildeki mesele, somut sorunlarımızın somut çözümlerinden bağımsız değildir. Dildeki mücadelemiz erişilebilirlik alanındaki mücadeleden ayrı düşünülemeyeceği gibi; dil konusundaki duruşumuz, herhangi bir somut durum karşısındaki duruşumuzdan ne daha az önemli ne de daha az etkilidir. Hak temelli anlayış, en güçlü ve sağlam ifadesini dilde bulacaktır.
Haklarımız için mücadele edeceksek ve hakkımız olanı alacaksak, her alanda olduğu gibi bu konuda da fikirsel olarak derinleşmeye ve elbette örgütlenmeye ihtiyacımız var. Nereden nasıl başlayalım derseniz, “en iyisi şimdi ve burada” derim. Ne dersiniz, ‘üç’ deyince hep birlikte ‘kör’ diyelim mi?
Bir, iki…