Hani toplumda sana bakış bir başkadır ya? Ne olsa o bakışın bir örneğini fark edersin ya? Bir işaret bir mimik bir fısıltı… Elbet insanların tek odağı biz olmadığımız için bu alışkanlıklar sadece bizi kapsamıyor ama genellikle ortamda bir engelli olduğunda gereksiz işaretleşmelerin fazlaca kullanıldığına tanık olurum. Bu işaretler işarete konu olan kişinin anlamayacağı varsayılarak göstere göstere yapılır. Çünkü sağlamcılığın en temel özelliklerinden birisi engelli bir kişinin bazı şeyleri anlayamayacağı varsayımıdır. Bu ön yargı zaten kolay kolay değişmez. Değişmesi sağlamcılığın bir nebze olsun gerilediğinin güzel bir göstergesidir. 😊
Bu işaretleşmeler genellikle çok boktan nedenlerden olur. Çoğunlukla herhangi birine rahatlıkla söylenebilecek bir şeydir. Mesela, “Oradan kalkıp şuraya geçebilir misin” gibi. Burada tamamen sağlamcılığın mekanizmaları işler. Bu davranışı uygulayan kişi bunun sağlamcılık olduğunu bile anlamaz. Hayır, engelli olmadığı için değil. Sağlamcılıkla ilgili soru işareti olmadığı için zihninde. Çünkü sağlamcılığı sorgulamanın engelli olup olmamakla direkt ilgisi yok. Oysa bal gibi sağlamcılıktır.
Bu süreçte sağlamcılığın farklı yönlerini hissedebiliriz. Öncelikle çok sıradan bir işe talip olan bir sakatın o işi bile yapamayacağı düşünülür. Hatta iş biraz zorsa, “Biz bile yapamıyoruz o nasıl yapacak?” sorusuyla pekiştirilir. Bu durum tamamen kişinin yeti çeşitliliğinden kaynaklı eksik kabul edilmesi demektir. Sağlamcılık denen şey tam da budur. Bir kere yargının sahibi çoğunluk kabul edilen gruptansa, bu ön yargı ona zaten kalıp şeklinde tanımlı gelir. Esnemez kolay kolay. Esnemesi için de sakat muhatabın ekstradan efor sarfetmesi gerekir. Engelli kişi dil dökerek ve öfkelenerek anlatır. Bu anlatım genellikle saatler sürer. Taş olsa aşınır yani ama ön yargı aşınmaz. Sonra usta törpü hamleleriyle aşındırılan ön yargının yerini bir işin farklı yöntemlerle de yapılabileceği gerçekliği alır.
Alır mı gerçekten? Evet, alır ama bizim sandığımız netlikte değil. Tam da buradan vurgulamak istediğim konuya dair bir şeyler söylemek istiyorum: “Mış” gibi yapmak genellikle ötekileştirilen grupların uyguladığı bir yöntemdir. Yaratılmış “normali” taklit eder. “Normaldir” o. Diğerleri gibi değildir. Mesela diğer körler gibi değildir. Bu bazen de anlaşılır bir duygudur. Özellikle ergenlik döneminde hepimiz yapmışızdır. Kendimizi iyi hissetmek için hoşlandığımız kişiye farklı görünmemek için sosyalleşmek için… Bu davranışı kanıksanmış sağlamcılıktan beslendiği noktada yer yer eleştiririz ama açık nefrete hedef olan kesimler için önemli bir yöntem olduğu da bir gerçek. LGBTİ+’lar ya da farklı gruplar için hayati bir önem taşıyor. Aslında tamamen ayrımcılığın yarattığı koşullarla ilgili.
Bu yazıda odaklanmak istediğim nokta o değil. “Mış” gibi yapmanın sadece ötekileştirilen kesimlere has bir şey olmadığını fark ettim. Bunun üzerine düşünmek istiyorum. Egemen konumdaki toplumsal kesimlerde de “mış” gibi yapmaya benzer davranışlar gözlemlemediniz mi? Evet, engelli olmayan birisi engelli gibi davranmaz ama sağlamcılığı yenmese de yenmiş gibi yapabilir.
Bunun örneklerini çok fazla gözlemliyorum. Mesela konuşurken mangalda kül bırakmayan birisi, iş pratiğe geldiğinde aslında ilgili konudaki ön yargısının hala devam ettiğini ele veriyor. Süslü sözlerin arasından sırıtıyor kalıplaşmış ön yargı. Anlarsın senin o işi yapacağını düşünmediğini, düşünmüş gibi yaptığını. Murat Kefeli’nin bu sayıdaki yazısında kendi içimizdeki sağlamcılığa vurgu yaptığı nokta üzerine çok düşünmüştüm. O nedenle bu tersine “mış” gibi yapma durumunu bizde de gözlemlemek mümkün. Yani yaşlı körler gibi “Sen bunu yapamazsın zaten körsün” demeyiz de ifadenin farklı biçimlerini üretiriz. Oysa bu zahmete girmek yerine ön yargılarımıza gerçek bir savaş açmak daha kolay ve garanti bir çözümdür.
Özellikle engelli olmayan kişilerde gözlemlediğim ve tersine “mış” gibi yapmak diye adlandırdığım duruma birkaç örnek vereyim: Ön yargılarını yendiğini söyleyen bir arkadaşım, misafirliğe geldiğinde küllüğü bulup vermeme şaşırdığını istemeden belli etmişti. Bu “mış” gibi yapma biçimini anlamanın en iyi yollarından biri, kelimeler içindeki bahaneleri filtrelemek olacaktır. Çünkü “yapamazsın” denmez. “Şimdi yorulma. Yavaşlamayalım. Ben hızlı hızlı gidip geleyim. O etkinlik erişilebilir değil.” Bahanele, bahanele! 😊 Bu kadar bahaneye ayrılacak efor ile ne güzel erişilebilirlik yöntemleri geliştirilirdi değil mi? Sözün özü dostlar, bu “mış” gibi yapma hali hiçbir masumiyet taşımıyor. Ötekileştirilenlerin “mış” gibi yapmasının somut nedenleri var ama diğerlerinin “mış” gibi yapması ön yargıların bir ürünü. Çünkü burada bir var olma çabası değil yok sayma çabası var. Var olan bir şeyin yok saymakla yok olmayacağı da bir gerçeklik. O nedenle bahanelerden örülü “ön yargı bariyerlerini yıkmaktan başka çözüm yok. Son olarak, anlamayız sanıp bol keseden kullandığınız işaretler çok kolay çakılıyor. Zahmete girmeyin boşuna. 😊