Toplam Okunma 0

Geçen yazımda, görmeyenlerin işitme duyusunun dokunma duyusuna baskı uyguladığını ileri sürmüştüm.Bu kanıya varmamın en önemli nedenlerinden birisi benim işitme duyumun çok da sağlam olmaması bence.Çift engelli bir insansanız, işitme duyunuzu yeterince kullanamadığınızda dokunsal ve kokusal kaynaklara önem vermek durumunda olmanız çok doğal. Bu kaynakları az bulduğunuzda da yakınmanız da doğal olsa gerek.

Bu konu uzmanlık alanım değil; ama yaşadığım şeylerden yola çıkarak bu yazımda birkaç yıl önce yazdığım bir yazıyı ve sonrasında düşündüklerimi paylaşmak istiyorum.

Yazım:

Bir kulağı çok az duyan ve işitme cihazı kullanan birgörmeyen olarak yarı sağırlığın olumsuz yönleriyle kafanızı şişirmeyeceğim.

“İşitme kaybının olumlu yanı mı olur yahu?” diyebilirsiniz; ama ben bazı olumlu yanlarının olduğunu düşünüyorum.

Bir kere, iki-üç kişilik diyaloglarda çok zorlanmasam da, kalabalık ortamlarda müthiş bir çaba harcamak zorunda kalıyorumkonuşma dışında kalmamak için. Diyaloglardaki duyamadığım tarafları tahmin etmek durumunda kalıyorum. İşte bu da pratik olmamı gerektiriyor.

Gerçi bazen tek kişiyle konuşsam da, konuştuğum kişi duyan kulağımın olduğu tarafta olmadığı zaman bile aynı durum gerçekleşiyor.

Konuştuğum insanların üsluplarını anlayıp enine boyuna çözümlemem ve bunu en kısa sürede yapmam gerekiyor.

Bir anımı anlatmak istiyorum:

İstanbul'a yeni geldiğimde Davutpaşa-Sağmalcılar arasında metroya binmiştik arkadaşla.  Ben üç istasyonu tam duyamamıştım.

Otogar tamam. Otogar’dan sonra Forum İstanbul'u ben "Çorum-İstanbul" olarak anlamıştım. Bunun üzerine büyük bir hayretle arkadaşa: "Yahu neden Çorum-İstanbul hattını da otogara dâhil etmez ki bu insanlar? Ne garip iştir?" demiştim.

Sonraki istasyon Terazidere'ydi. Ben onu "Terazidede" olarak anlamış ve hayal gücümün de etkisiyle o mevkide çok adil bir yatırın olduğunu ve ona da Terazidede dendiğini uyduruvermiştim kendi kendime Sağmalcılar'a gidinceye kadar.

Hoparlörün sesi mekanik olduğundan birçok insan metrodaki durakları anlamayabilir tabii; ama ben bu olayı çok fazla yaşadığımdan hayal gücü ve pratiklik gibi yeteneklerimin geliştiğini fark ettim işitme kaybım sayesinde.

Bu yazıda da gördüğünüz üzere gündelik olaylarda hayal gücü ve genellemelerle işi idare ediyorum.Bunu hepimiz az çok yapıyoruz; ama çoğu zaman benim için bir gereksinme oluyor bu tür bir durum; çünkü az duymak neyi ne kadar duyduğunu bilmemek anlamına geliyor ve zihin bir şekilde tamamlama mekanizmasını çalıştırıyor. Ya da ben öyle yapıyorum.

Yolum Tibet’e Düştü kitabını okursanız Sabriye Tenberken’in görmediğinden bir manzara hakkında kendi gerçekliğini yaratmış olduğunu ve bunu da insanlara anlattığında gerçekliğin hiç de öyle olmadığını görürsünüz.Bu, onun biraz bilerek yaptığı bir şeydir. Kitabının bir bölümünde de bir at gezintisinde, bıçkı fabrikasını odun koktuğu için orman, yerdeki çöpleri de sonbaharda olduğu için kuru yaprak zannetmiştir. Bunu bilerek yapmamıştır hem de.

O satırları okuduğumda kendime o kadar yakın hissetmiştim ki Sabriye Tenberken’i. Düşünsenize, o sadece görmemesine rağmen kendisine bir gerçeklik uyduruyor ve bazen hayal kırıklığına uğruyor. Bense hem görmeyip hem de az duyan bir insan olarak birçok şeyi uydurmuş olamaz mıyım? Uyduruyorum zaten; ama ne kadarı doğru ne kadarı yanlış bunların?Yahu insan paranoyak hissetmesin de ne yapsın…

İşin şakası bir yana, insanın insanların ortak gerçekliğiyle bir bağlantısı olduğuna emin olması gerekiyor bazen.İşte onun için gerçeklikle, yani insanların ortak gerçekliğiyle bir bağım olması için en mantıklı araç olan dokunma duyumu kullanmak ister hale geldim.

Çocuklukta Braille yazıyı yeterince bulabiliyordum. Onun için çocukken öğrendiğim şeyleri çok daha iyi hatırlayabiliyorum. O zamanki öğrendiğim şeyler bana çok daha engelsiz bir şekilde ulaşmışlardı çünkü.

Şimdilerde bilemediğim bir kelime olunca kırk takla atıyorum anladığıma emin olmak için. Ya da bir sokaktan geçtiğimde kulağımın duymayan tarafında da sokak ya da yol olduğunu kavrayamadığımdan zihin haritam eksik kalıyor ve ben yolu öğrenmek için normalden daha fazla zaman harcıyorum ya da eğer cevaplayan olursa soru sormam gerekiyor anlayabilmek için.Oysa dokunsal bir harita olsa bu tür bir sorunum kalmayacak.

Sözün kısası, ortak gerçeklikle bir bağınız olması da bağımsız bir şekilde sosyal yaşamda bir yer bulabilmekiçin çok önemli olduğundan, bunu daha rahat sağlayabilmek için dokunma duyusunu kullanan teknolojilere özellikle ihtiyaç oluyor.Aslında mesele sadece dokunsal teknolojiler değil. Bir şeyi üretirken birçok koşulun hesaba katılarak üretilmesi.

Mesela bir sıvıölçeri ele alalım: Bardağa doldurulan sıvının yeteri kadar dolduğunu haber veren araca sıvıölçer diyoruz. Birkaç tür sıvıölçer var. Bazıları sadece sesli, bazıları da sadece titreşimli. Benim örneğini vermek istediğim şey,  yani bence en makbul olanı da hem sesli hem titreşimli olanı.Böylece insanlar birçok koldan doğrulanan verilerle ortak gerçekliğe ayak uydurabilmiş oluyor. Hem hiç duymayan hem de görmeyen birisi dokunsal veriyi kullanarak sonuçtan emin olurken, sadece görmeyen birisi de eğer dikkati dağınık biriyse dikkatini oraya çeken daha çok veriden yararlanmış oluyor mesela.

Neticede, mesele ortak gerçeklik olduğunda: “onlar da bana ayak uydursun canım,” diyemiyorsun. Ortak bir paydada buluşmak için ortak bir gerçekliğe ihtiyacın oluyor ne olursa olsun.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.