Toplam Okunma 0

Çok şükür bu ay da utandım sevgili okurlar. Gün geçmiyor ki çevremde gözlemlediklerim karşısında kendimi uzaylı gibi hissetmeyeyim. Çoğu kişinin, üzerinde bir dakika bile durmaya gerek görmediği durumlar karşısında benim zihnimi uzun uzun meşgul etmemi nasıl açıklamalı? Anlayamadığım bir şeyler var demek.

 

Sabah saat 7.30, yaklaşık bir saat sürecek olan şehir içi otobüs yolculuğum için duraktayım. Otobüse ayakta da olsa binebilmek için önümde uzayan sırayı bekliyorum herkes gibi. Herkes memnuniyetsiz ama eşitsizliğin sebebiyle uğraşan yok. Yanımda iki adam bilmemkaç milyon dolara transfer olan bir futbolcudan bahsediyor. Sesinde hayranlıkla karışık bir heyecan var. Dinliyorum, bekliyorum; sormuyor, sorgulamıyor. Hemen önümde başka bir adam anlatıyor: “Sabah iki buçuk, akşam bir buçuk saat trafikte kalıyorum” Hemen hesaba başlıyorum: iki buçuk, bir buçuk daha dört saat. Sekiz saat yasal çalışma saati. Bir saat de öğlen arası. Toplam on üç saati işle geçiyor. Kaldı on bir saat. Sekiz saat uyusa, kaldı üç saat. Eh bir saat yemek yese; banyo falan da yapması lazım; kaldı bir saat. Şöyle ayaklarını uzatıp “oh be” diyebileceği, sevdiği şeye vakit ayırabileceği bir saati var.  Yani o bir saat için çalışıyor. Sabahın bu saatinde burada olduğuna göre, benim gibi ve buradaki diğer herkes gibi hava aydınlanmadan uyanmış olmalı. Ve şimdi burada diğer yolcularla tartışıyor, sırayı ihlal edenleri uyarıyor, düzeni sağlıyor. Bekliyorum, sorgulamıyor. Otobüs geldiğinde herkes itişip kakışıyor, neredeyse birbirini eziyor. Hizmet vermek için işlerine giderken kullandıkları ulaşım hizmetinin bedelini ödemek, akbillerini basmak için yarışıyorlar. Kimse sorgulamıyor eşitsizliği.

 

“Nasıl oluyor bu?” diye sorgulayarak geçiriyorum yolculuğumu. Otobüsten inip, gideceğim kurum binasını en az dört beş kişiye sorarak bulduktan sonra saate bakıyorum ve on dakikam daha olduğunu görünce, içeri girmeden kapının önünde bir sigara içmeye karar veriyorum. Başta üstüme alınmasam da, bir süre sonra önümden geçmekte olanların “cık cık cık” diyerek beni kınadıklarını fark ediyorum. Tabii ki anlam veremiyorum. Üstüme başıma bakıyorum, bir tuhaflık yok. Saçak altında sigara içen bir kadın. Sonradan anlıyorum ki sigara sorun. Kaldırım geniş halbuki; dibimden geçmek zorunda değiller. Yine de birkaç saniye için rüzgârın etkisiyle burunlarına duman geliyor olabilir ve evet rahatsız olmaya da hakları var. Yalnız, yürüdükleri kaldırımın bulunduğu caddede iki yönde çift şerit halinde müthiş bir trafik var. Maruz kaldıkları egzoza ve gürültü kirliliğine neden tepki vermiyorlar?

 

“Neden acaba?” diyerek binaya giriyorum. Kalabalığı izleyerek konferans salonuna ulaşıyor ve ilk boş bulduğum yere yerleşiyorum. Tabii ki zamanında başlamıyor. Kimse de bir şey sormuyor. Nihayet konuşmacı gelip, anılarını ve başarılarını anlatmaya başlıyor. Dinliyorum. “Bayan halimle yaptım ben bunları” diyor bir yerde. Bir sonraki cümlesinde pekiştiriyor ifadesini, “Bayan halimle” diyor tekrar. Yüzümü buruşturuyorum istemsizce. Utanıyorum tanık olduğum için. Utanıyorum orada bulunduğum için. Utanıyorum tepki veremediğim için.

 

Nihayet öğle arası veriliyor. Bahçede güneşin altında bir saat oturduktan sonra tekrar binaya girdiğimde hiçbir şey göremiyorum. O kadar güneş ışığına maruz kaldıktan sonra gözlerim alışamıyor binanın karanlığına. Sesin geldiği yöne doğru ilerleyerek salonun kapısına varıyorum; eyvah başlamış! Kapıdan içeri bir adım atıyorum; içerisi zifiri karanlık geliyor bana. Kadın konuşuyor bayan haliyle. Salonda çıt çıkmıyor. Oturacak yer aradığımı fark eden biri, oturduğu yerden fısıldıyor: “Şurada yer var”

“Göremiyorum” diyorum ona. Kalkıyor ve çok içten bir sesle “Elinizi tutabilir miyim?” diyor. “Elbette” diyorum adeta aşk dolu bir sesle. Nezakete aşık oluyorum. Salonda gülümseyen yüzleriyle fısıldaşarak dolaşan el ele iki kadın… Çok geçmeden “cık cık cık” diye bir ses duyuyoruz. Konuşmacı kadın da, resmi bir kurumda ve ciddi bir toplantıda olduğumuzu bildiren saçma sapan bir uyarı cümlesi kuruyor ortaya. Doğrudan bize dememiş olması da güzel bir davranış tabii. Bayan haliyle düşünebilmiş demek.

 

Kadınları, eşcinselleri, yaşlıları, engellileri, siyahları, delileri, kısacası kendi gibi olmayan herkesi dışlayanlara da okuyabilsek keşke eşitliğin şiirini.

“Senin dudakların pembe, ellerin beyaz

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz.”


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.