Toplam Okunma 0

Yıllar önce, sivilceli, gözlüklü ve ukala bir ergendim. Okuldan eve dönerken kaldırımı ortalamış bir elektrik direğine çarptım; ince bir direkti. Nasıl da ortalamıştım, tam on ikiden alnımı gömmüştüm direğe. Metal direkten "çınnnn" diye bir ses çıkmıştı. Değişik bir histi. Hızlı hızlı yürürken birden sert bir cisim tarafından durduruluyorsunuz. İlk birkaç saniye şaşkınlık... Sonra olanı anlama ve anlamlandırma. Ardından da belli belirsiz bir acı. Hemen sonrasında şunları düşünmem gerekirdi: Direğin kaldırımdaki konumu ve gerekliliği, kaldırımların erişilebilirliği ve benim kişisel olarak uygulayabileceğim tedbir ve yöntemler. Ama öylem olmadı. Deneyimime alakasız bir yerinden ortak olan birileri vardı: insanlar.


Kaldırımın kenarında duran bir grup insan bana bakıyordu. Bir tanesi "cık cık cık" diyordu. Şaşırmıştım. Yüzlerinde pek çok anlama gelebilecek bir ifade vardı: acıma, üzüntü, hayret, rahatsızlık, küçümseme, kınama, hatta biraz da kızgınlık. Bana yönelen bu denlin tepkinin nedenini anlayamadım. Zorla utandırılıyordum.  Bu daha da değişik bir histi. Yanlarına gidip sesli düşünmeye başladım. "Sizi tam olarak rahatsız eden şey nedir? Neden beni kötü hissettiriyorsunuz? Ortada bir sorun varsa, bu  sorunun sıkıntısını yaşayan benim. Mesele canımın yanmasıysa, canı acıyan benim. Ortada bir sıkıntı varsa bunun mağduru benim. Size ne oluyor? Neyi kınıyorsunuz, neyi ayıplıyorsunuz, neyden rahatsız oluyorsunuz? Sorunu yaşayan benim, bir de üstüne neden utandırılıyorum?" "Üzüldük" gibi bir cevap aldım. "Üzülmek mi? Bana benden çok üzülme makamına nasıl taşıdınız kendinizi? Nereden buldunuz kendinizde bu haddi ve cüreti?" Hiç ama hiç inanmadım bu cevaba ama yine de rahatsız etti bu cevap beni. Bir başkasına, o kişinin kendisi için üzüldüğünden daha çok üzülmek demek, o kişinin en az bir kademe üstünde bir konuma sahip olduğunu sanmak şeklindeki şuursuzluktan doğan bir hadsizliktir. Ayrıca bunu ifade ediyor olmak da saygısızlıktır açıkça. Evet, böyledir. Üzüldürtmeyin kendinize yoldaşlarım, en azından sizin üzüldüğünüzden daha fazla.


O günkü sezgilerim bana üzüntüden başka bir şeyler de olduğunu söylüyordu. İlkel bir şeyler... Bir kavrayış yetersizliği, acizce bir korku ve kendini ayırarak koruma içgüdüsü. Varlık bilinci evrimin alt basamaklarında kalmış bir tür insan tepkisi.


Her neyse, "Bir de siz canımı sıkmayın benim" deyip uzaklaştım oradan. Hiçbir karşılık vermediler bana. Evet, canımı sıkmazlardı elbet; çünkü onlara göre ben, direğe çarpmış biri olarak sinirimi onlardan çıkarmıştım sadece, hepsi bu. Yıllar geçti, insanlar değişti, ben değiştim, koşullar değişti, pek çok şey iyiye gitti.

 

Yaşamını medeni ülkelerde sürdüren, bilgili, görgülü, açık fikirliliğine güvenilir bir arkadaş, kendisiyle aynı apartmanda oturan bir görme engelliden bahsetmeye başladı. "Çok mutlu ya" dedi. Hani mutsuz olması beklenir ya, altını çizdi o yüzden özellikle. "Tek mi yaşıyor?" dedim; "Bakıcısı var" dedi. "Bakıcı mı?" diye sordum hayretle. "Yani" dedi, "Ev temizliğine, yemeğe falan yardımcı olmak için bir kadın geliyor." "Bakıcı mı deniyor ona?" dedim, "Yardımcı diyelim" dedi, "Niye demedin o zaman?" diye uzattım; işte dil düşünce bağlantısı. Üstelik bunu diyen kişinin evine,
temizliğe ayrı, yemeğe ayrı, çocukların bakımına ayrı kişi geliyor. Engellinin aldığı sıradan bir yardım veya parasını verip satın aldığı bir hizmet, elini bir işe sürmeyen, üretmeyen, düşünmeyen insanlara dert oluyor. Hızımı alamadım yine; tamam sakinim. Asıl bahsetmek istediğim bu değildi.

 

Asıl mesele ben bunları anlatmaya çalışırken karşımda gördüğüm tepkisizliğe yakın suskunluk. Nedense böyle bir konuda herhangi bir sağlam, herhangi bir engelliyle tartışmıyor. Bir alttan alma, bir geçiştirme, bir "Tabii canım, haklısın" üslubu... Konuş arkadaşım, "Abartıyorsun" de, "Ne alakası var" de, "Ben böyle düşünüyorum" de. Hayır, demez. Bir an önce konuyu tatlıya bağlayıp kapatma isteği...


Durumu eleştiren veya bir şeyler anlatmaya çalışan eğer bir engelliyse olmuyor. Çünkü konuşan engelli, sadece kendi hassas durumundan ötürü konuşuyor sanki. İçerik diye bir şey yok yani, her tür anlatma çabası bir tepkisellik olarak algılanıyor ve bir şekilde idare edilmeye çalışılıyor. Engelli hassas insan tabii, şimdi "Seninle aynı fikirde değilim" falan desen, ayıp olur, alınır, kırılır, incinir, ölür bile maazallah.


Değil arkadaşım, besle kafanı lütfen, çünkü yapabilirsin, engelli olmadığı halde karşısındakinin engelli oluşunu aşabilmiş insanlar varsa eğer, engelli kimliğine indirgenmeyi, ayrımcılığı, sağlamcılığı ve psikolojik şiddeti normal kabul etmeyen engelliler de varsa eğer ki varlar, başka türlüsü mümkün demektir.

 

Meral Sözenmeralsozen1@gmail.com Sayı 54, Ağustos 2018 Yıllar önce, sivilceli, gözlüklü ve ukala bir ergendim. Okuldan eve dönerken kaldırımı ortalamış bir elektrik direğine çarptım; ince bir direkti. Nasıl da ortalamıştım, tam on ikiden alnımı gömmüştüm direğe. Metal direkten "çınnnn" diye bir ses çıkmıştı. Değişik bir histi. Hızlı hızlı yürürken birden sert bir cisim tarafından durduruluyorsunuz. İlk birkaç saniye şaşkınlık... Sonra olanı anlama ve anlamlandırma. Ardından da belli belirsiz bir acı. Hemen sonrasında şunları düşünmem gerekirdi: Direğin kaldırımdaki konumu ve gerekliliği, kaldırımların erişilebilirliği ve benim kişisel olarak uygulayabileceğim tedbir ve yöntemler. Ama öylem olmadı. Deneyimime alakasız bir yerinden ortak olan birileri vardı: insanlar. Kaldırımın kenarında duran bir grup insan bana bakıyordu. Bir tanesi "cık cık cık" diyordu. Şaşırmıştım. Yüzlerinde pek çok anlama gelebilecek bir ifade vardı: acıma, üzüntü, hayret, rahatsızlık, küçümseme, kınama, hatta biraz da kızgınlık. Bana yönelen bu denlin tepkinin nedenini anlayamadım. Zorla utandırılıyordum. Bu daha da değişik bir histi. Yanlarına gidip sesli düşünmeye başladım. "Sizi tam olarak rahatsız eden şey nedir? Neden beni kötü hissettiriyorsunuz? Ortada bir sorun varsa, bu sorunun sıkıntısını yaşayan benim. Mesele canımın yanmasıysa, canı acıyan benim. Ortada bir sıkıntı varsa bunun mağduru benim. Size ne oluyor? Neyi kınıyorsunuz, neyi ayıplıyorsunuz, neyden rahatsız oluyorsunuz? Sorunu yaşayan benim, bir de üstüne neden utandırılıyorum?" "Üzüldük" gibi bir cevap aldım. "Üzülmek mi? Bana benden çok üzülme makamına nasıl taşıdınız kendinizi? Nereden buldunuz kendinizde bu haddi ve cüreti?" Hiç ama hiç inanmadım bu cevaba ama yine de rahatsız etti bu cevap beni. Bir başkasına, o kişinin kendisi için üzüldüğünden daha çok üzülmek demek, o kişinin en az bir kademe üstünde bir konuma sahip olduğunu sanmak şeklindeki şuursuzluktan doğan bir hadsizliktir. Ayrıca bunu ifade ediyor olmak da saygısızlıktır açıkça. Evet, böyledir. Üzüldürtmeyin kendinize yoldaşlarım, en azından sizin üzüldüğünüzden daha fazla. O günkü sezgilerim bana üzüntüden başka bir şeyler de olduğunu söylüyordu. İlkel bir şeyler... Bir kavrayış yetersizliği, acizce bir korku ve kendini ayırarak koruma içgüdüsü. Varlık bilinci evrimin alt basamaklarında kalmış bir tür insan tepkisi. Her neyse, "Bir de siz canımı sıkmayın benim" deyip uzaklaştım oradan. Hiçbir karşılık vermediler bana. Evet, canımı sıkmazlardı elbet; çünkü onlara göre ben, direğe çarpmış biri olarak sinirimi onlardan çıkarmıştım sadece, hepsi bu. Yıllar geçti, insanlar değişti, ben değiştim, koşullar değişti, pek çok şey iyiye gitti. Yaşamını medeni ülkelerde sürdüren, bilgili, görgülü, açık fikirliliğine güvenilir bir arkadaş, kendisiyle aynı apartmanda oturan bir görme engelliden bahsetmeye başladı. "Çok mutlu ya" dedi. Hani mutsuz olması beklenir ya, altını çizdi o yüzden özellikle. "Tek mi yaşıyor?" dedim; "Bakıcısı var" dedi. "Bakıcı mı?" diye sordum hayretle. "Yani" dedi, "Ev temizliğine, yemeğe falan yardımcı olmak için bir kadın geliyor." "Bakıcı mı deniyor ona?" dedim, "Yardımcı diyelim" dedi, "Niye demedin o zaman?" diye uzattım; işte dil düşünce bağlantısı. Üstelik bunu diyen kişinin evine, temizliğe ayrı, yemeğe ayrı, çocukların bakımına ayrı kişi geliyor. Engellinin aldığı sıradan bir yardım veya parasını verip satın aldığı bir hizmet, elini bir işe sürmeyen, üretmeyen, düşünmeyen insanlara dert oluyor. Hızımı alamadım yine; tamam sakinim. Asıl bahsetmek istediğim bu değildi. Asıl mesele ben bunları anlatmaya çalışırken karşımda gördüğüm tepkisizliğe yakın suskunluk. Nedense böyle bir konuda herhangi bir sağlam, herhangi bir engelliyle tartışmıyor. Bir alttan alma, bir geçiştirme, bir "Tabii canım, haklısın" üslubu... Konuş arkadaşım, "Abartıyorsun" de, "Ne alakası var" de, "Ben böyle düşünüyorum" de. Hayır, demez. Bir an önce konuyu tatlıya bağlayıp kapatma isteği... Durumu eleştiren veya bir şeyler anlatmaya çalışan eğer bir engelliyse olmuyor. Çünkü konuşan engelli, sadece kendi hassas durumundan ötürü konuşuyor sanki. İçerik diye bir şey yok yani, her tür anlatma çabası bir tepkisellik olarak algılanıyor ve bir şekilde idare edilmeye çalışılıyor. Engelli hassas insan tabii, şimdi "Seninle aynı fikirde değilim" falan desen, ayıp olur, alınır, kırılır, incinir, ölür bile maazallah. Değil arkadaşım, besle kafanı lütfen, çünkü yapabilirsin, engelli olmadığı halde karşısındakinin engelli oluşunu aşabilmiş insanlar varsa eğer, engelli kimliğine indirgenmeyi, ayrımcılığı, sağlamcılığı ve psikolojik şiddeti normal kabul etmeyen engelliler de varsa eğer ki varlar, başka türlüsü mümkün demektir.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.