Şimdi size çok ayıp şeylerden bahsetmek istiyorum. Yok, cinsellik, küfür veya argo değil. Yardım, vicdan, acıma, duyarlılık gibi şeyler…
Hak ve eşitlik gibi kavramların içselleştirilemediği ortamlarda, merhamet ve iyilik duyguları yüceltiliyor. Ahlak budalalarına gerçeği açıkça ve hemen söylemek isterim: insanların acılarından tatmin oluyorsunuz, birilerinin açlığıyla besleniyor, düşkünlüğüyle yükseliyor, çaresizliğiyle büyüyorsunuz. Hem de bundan haz duyuyorsunuz. Ahlaki efendiliğinizi kölelere borçlusunuz.
Hiç düşündünüz mü, açlar, yoksullar, yardıma muhtaçlar olmasa “iyilik" fantezinizi nasıl tatmin ederdiniz?
Youtube’da şuursuz bir arkadaş, körler üzerinden bir sosyal deney yapıyor. Sözde görme engelli rolü oynayan yancısıyla bir oyun oynuyor. Hesapta tanışmıyorlar ve görme engelli kişi elindeki paranın kaç para olduğunu anlayamayıp iki yüz lirayı beş lira diye uzatıyor, bizimki de alıp parayı cebine atınca çevreden gelecek tepkileri ölçüyorlar. Nasıl, çok yaratıcı değil mi? Hiçbir kör iki yüz lirayla beş lirayı karıştırmaz, bunları anlatmayacağım. Burada, bir ahlak ölçer olarak körün kullanılması sorun.
Dediğim gibi hiçbir kör kolay kolay parayı falan karıştırmaz ama hadi diyelim ki gerçekten de görmediği için paraları ayırt edemiyor olsun. Birinin bir konuda yaşadığı yetersizlik üzerine bir erdem inşa etmekte sorun.
İyilikperestler için bir başkası ne kadar düşkünse, kendisi o kadar yükselecektir. Nasıl da yüceltilir, acımak, merhamet etmek, vicdanlı olmak… Oysa, senin müthiş bir duygu olan acımayı hissedebilmen için birileri acınası durumda olmak zorunda. Senin yardım ve iyilik yapabilmen için birileri muhtaç durumda olmak zorunda. Kabaca “iyilik” denen olgunun varlığı “muhtaçlık” olgusunun varlığına bağlı. Burada, “dayanışma” veya “destek olma” gibi kavramlardan bahsetmiyorum. Çünkü eşitsizliği ve hiyerarşiyi beslemiyorlar. Bugüne kadar çok sayıda kişiden destek almışımdır, çok kişiye de destek olmuşumdur, hala da pek çok kişiyle dayanışmaktan mutluluk duymaya devam ederim. Ancak hiçbir zaman, “iyilik yapıyorum” diyecek kadar hadsizleşmemişimdir. Birisine iyilik yaptığını sanmak, kendini bir üst konuma yerleştirerek ve “hak” kavramını göz ardı ederek ona yukarıdan bir lütufta bulunmak değil midir?
Yemek almaya parası olmayan arkadaşıma yemek ısmarladığımda kendimi iyi mi hissetmeliyim? Arkadaşımın neden yemek alamadığını sorgulamadan ve sebep her ne olursa olsun onu ortadan kaldırmadan, yemek ısmarlama davranışını alkışlamaya mı koşmalıyız? Bu çok ayıp değil midir? Bir başkası acizleştikçe yücelen bir ahlak anlayışı yalnız beni mi tiksindiriyor?
Geçtiğimiz zamanlarda, sokağa çıkma yasağının iki saat kala açıklanması üzerine, bir kişinin gidip marketten bisküvi alması bayağı bir mesele olmuştu. Belki birçok kişinin gündeminden düştü ama benim o günden beri huzurum yok. Adam gitmiş temel gıda maddesi olmayan bir atıştırmalık almış. Olay bu. Yığınlar da başlamışlar dalga geçmeye, türlü türlü tespitler yapmaya. Bu pek de şaşırmadığım bir şeydi benim. Evet, bu yapılanlar yanlıştı, uygunsuzdu, gereksizdi ve hadsizceydi. Ortalıkta uçuşan şakaların hiçbirine katılmadım. Ancak beni asıl yaralayan bunlara gösterilen tepkinin oluşturduğu ikinci dalga oldu. Ortalıkta şöyle söylemler dolaşmaya başladı: “Adam çok ama çok fakirmiş, zaten işsizmiş, hem makarna falan alsa evde onu pişirecek imkanları yokmuş, başka bir şey almaya parası yetmiyormuş…” Ne yazık ki bunlar bu ülkenin gerçekleri. Bu duruma isyan edilmeli, her ne gerekiyorsa tereddüt etmeden yapılmalı. Ancak buradaki mesele şu ki, siz bir adamın çaresizliğini ne kadar vurgularsanız, bu çaresizlik üzerinden o kadar duyarlı ve aydın oluyorsunuz. Oysa bu kişinin yeterli parası da olsa canı ne istiyorsa onu alabilir. Bir insanın yaptığı alış veriş üzerine hüküm vermek kimsenin işi değil. Bu kitleye yalnızca, “Sana ne?” desek yetmez mi? Hayır, yetmiyor! Çünkü kimsenin kişisel tercihlerini yargılayamayacağımız konusunda bir bilincimiz yok. Ancak ve ancak o kişi zavallı bir durumdaysa onu bağışlayabiliriz. Ve bu düşkünlüğün üzerine duyarlılığımızı inşa edebiliriz. Kimsenin bu türden bir fakirliğin kendisiyle derdi yok. Böyle bir durumda dalga geçilip geçilmemesi ve yardım edilmesi dışında söyleyecek sözümüz yok. Oysa bir kişinin yoksul bırakılması, marketten aldığı üründen bağımsız olarak, tek başına büyük bir mesele olmalı.
Yine karantinanın ilk günlerinde; birkaç şuursuz, yaşlı bir adamın otobüse binmesine engel olduğunda benzer söylemler gelişmişti. Yaşlı amca zaten çok fakirmiş, hem parası olsa taksiye binermiş, hem ona yardımcı olacak çocukları ya da torunları da yokmuş, çok yalnız ve de hastaymış zaten... Bunları saymaya hiç ihtiyacımız olmamalı oysa. Hiç kimse o insana saygısızca davranamaz, o kadar.
Temel insan haklarını vicdanlara meze yapma geleneği bizi ilerletmek şöyle dursun daha da geriletiyor.
Bir haber okuyorum, üç yaşında bir çocuk acilen ameliyat olmazsa hayatını kaybedecekmiş. Ameliyat masrafı on bin lira civarındaymış. Gönüllülerden paralar toplanıyor ve çocuk kurtarılıyor. Bu güzel haberin altında binlerce alkış kıyamet kutlama mesajı var. Hepsine birden sormak isterdim, gerçekten çok mu mutlusunuz? Sorun çözüldü sonuçta…
Bilmem anlatabiliyor muyum, bir başkasının güvencesizliği üzerinden yeni bir iyilik anlayışı örgütleniyor. Bir yerde şöyle deniyor sisteme: “Adaletsizlik, haksızlık, eşitsizlik sürsün. Biz aramızda hallederiz.” Herkes kendini yardım eden makamına yakıştırıyor. Madem bu güzel bir şey, ister misiniz merhamet edilen siz olun. Acılarınız üzerinden kendi iyilik ideallerini gerçekleştiren insanlara her zaman minnet duyun. Güzel olur mu?
Dönelim vicdani pratiklerimizi test etme sahası olan engellilere. Youtube videosundaki kör kişi, paraları ayırt edemiyor, toplum içinde itilip kakılıyor, kendini savunamıyor. Ezik bir zavallı olarak ahlakçılar için hayli elverişli bir zemin… Biliyorum çoğunluk bunları duymak istemiyor ama gerçeği söylemeye devam edeceğiz: Körler paraları ayırt edebilir, saygısızlıkla karşılaştığında tepki verebilir, maddi ve manevi pek çok imkanları vardır, bunlar daha da arttırılabilir, hayattan zevk alabilir, mutlu ve keyifli olabilir, pek çok şeye sahip olduğu gibi önüne engeller çıkarılmazsa daha da fazlasına sahip olabilir. Yine de bunların hiçbiri olmasa bile, kimse engelliler üzerinden hüküm veremez ve kimse kendi iyilik fantezilerini bir başkası üzerinden tatmin edemez. Şimdi sorulması gereken soru şu, bu koşullarda, yani bir kör sizin yardım ve merhametinize ihtiyaç duymadığında siz nasıl iyi ve duyarlı bir insan olacaksınız? Bu soruya cevap bulmak, kendinin bilincinde bir insan olabilmek için şart. Bu yola çıkabilecekler için güzel haberlerim var. İyilik, yardım, vicdan vb. yerine, hak ve eşitlik gibi kavramlar var! Bunlar üzerine biraz düşünmeye ne dersiniz?
Gelin, felsefeyi göklerden yere indirelim artık...