İnanmayacaksınız ama, ÖSYM bilgisayarı vermedi," dersem muhtemelen ikinci
bir cümleye gerek kalmadan herkes inanacaktır. Çünkü mevzu bahis kurumun
adı, ÖSYM Başkanlığı
Sınavdan önce, Ankara'dan gönderilen bilgisayar mühendisiyle ön hazırlıklar
için buluştuğumuzda söylediler bilgisayarı vermeyeceklerini. Ancak pazar
gününe kadar bekleyeyim, dedim. Çünkü bilgisayarın verileceği, ÖSYM Başkanı
adına Sınav Hizmetleri Daire Başkanı'nın imzası taşıyan bir belgeyle tebliğ
edilmişti. (Belgeyi Zaman Tüneli'ne attım.) Belki komik duruma düşmemek için
tekrar fikir değiştirirler, diye düşündüm.
Cuma günü gittim ÖSYM'nin Akdeniz Üniversitesi'ndeki birimine. Antalya
Bürosu'nun müdürü ve Ankara'dan bu iş için gelen bilgisayar mühendisiyle
tanıştık, el sıkıştık.
İl müdürü, "Bilgisayar hazır, sizden detaylar öğrenildikten sonra program da
yüklenecek. Sınava diğer adaylarla toplu olarak mı girmek istersiniz yoksa
ayrı bir yerde mi?" diye sordu.
İnanılmaz şaşırdım. "Vay be! Ayrımcılık kapsamında değerlendirilecek
davranışlardan kaçınmaları ne kadar hoş! İşte olması gereken tutum budur!"
dedim içimden. "Teşekkür ederim, amacım işinizi zorlaştırmak değil, dış
ortamlardan arındırılmış ve risk içermeyen bir odada sınava girebilirim,
bunu ayrımcılık olarak değerlendirmeyeceğimden emin olabilirsiniz," dedim.
ÖSYM'ye verdiğim dilekçede soruların not defteri programında okunabilecek
bir formatla verilmesini istemiştim. Çünkü gözümdeki sorun nedeniyle büyüteç
benzeri programlar ile okuma yapamıyordum.
Mühendis arkadaşa, "Soruları not defterinde vereceksiniz değil mi? Sınavdan
önce görevlendirilmiş personel mi yazacak yoksa PDF formatından not
defterine mi çevireceksiniz?" diye sordum.
İşte bu dakikadan sonra olay tam bir komediye dönüştü. Mühendis arkadaş
müsaade isteyip Ankara merkez büroyu aradı. Geri geldi. "Üzgünüm, sınav
sorularını sınav saatinden önce açılması imkânsızmış," dedi.
"Sınav başladığında açtığınızda, soruları bilgisayara nasıl yazacaksınız?
Kaybedilen süreyi bana verecek misiniz?" diye sordum. Mühendis arkadaşa da
bir şey diyemedim, çünkü bu tür bir konuda yetkisi yok, o sadece bilgisayarı
kullanırken gözetmenlik yapmak için gelmiş. "Peki, sınav başladığında soru
kitapçığını açalım, sorular yazılsın, yazım esnasında geçen süre benim sınav
süreme eklensin, nasılsa ilçelerden merkeze kamyonların gelmesi zaman alır,"
dedim. Cümleyi kurarken de çok mantıklı bir öneri olarak değerlendirdim
düşüncemi. Çünkü sınav bitince tüm kitapçıklar, cevap anahtarları belli bir
merkezde toplanıp oradan Ankara'ya gidiyordu.
Mühendis arkadaş aradı. "Mümkün değilmiş, sınav güvenliği nedeniyle bu
yapılamazmış," dedi. "Tamam, o zaman soruları sınav başladığında yazalım,
normal süreden fazlası olmasa da olur, nasılsa matematik sorularıyla
ilgilenmeyeceğim," dedim. "Yalnız, görevlendirilecek kişilerin imla
bilgisinin iyi olmasına dikkat ederseniz memnun olurum. Noktalama
işaretlerinden sonra boşluk bırakılmadan işaret konunca iki kelime
birleşerek siliniyor, okuma hızım yavaşlıyor dedim. Birkaç konu daha
konuşuldu. Mühendis arkadaş dışarı çıkıp tekrar Ankara'yı aradı.
"Üzgünüm, soruları yazacak olan personele ÖSYM Başkanlığı güvenemezmiş, bu
yüzden yazılamazmış. Ayrıca bu durum sınav güvenliğini riske atarmış. Hem
yazılırken yazım hatası olurmuş, sorular yanlış aktarılırmış," dedi.
"Anladım da, binlerce kör o soruları okuyucu personelden dinliyor. Onlar
sınav güvenliğini riske atmıyor da bilgisayara yazanlar mı atıyor? Yoksa,
bana yardımcı olması için Terminatör'ü mü atayacaksınız? Okuduğu soruları,
uydu aracılığıyla dışarı sızdırmasından mı korkuyorsunuz?" dedim. Ve bunu
söylerken samimice güldüm. Sorunun çözüleceğine inancım vardı o cümleleri
kurarken.
"Sınav güvenliği. üzgünüz," dediler.
"Diğer adayların sınavı bitene kadar bir odada bekleyeyim, onların sınavı
bitince soruları yazın?" dedim. Bu da sınav güvenliğini riske atarmış(!)
"Tamam. o hâlde beni hapishanede sınava alın. Orada Jummer (Kablosuz ağ, cep
telefonu vb. cihazların sinyallerini engelleyen cihaz) vardır. Böylece
hiçbir risk de oluşmaz. Size el yazısıyla beyanda bulunup hapishanede sınava
girmeyi kabul ettiğimi ve bu nedenle şikâyetçi olmayacağıma dair belge
imzalayayım?" dedim.
Olmadı.
"Peki, soruları bilgisayar aracılığıyla bana vermeyecekseniz, bilgisayarı ne
için veriyorsunuz? Sınava girerken moral olsun diye mi?" dedim. Yanıt
veremediler. Bana verilmesi için ayarlanmış bir bilgisayar ortada var ama
bilgisayarın neden verildiğini kimse bilmiyor!
"Bakınız. ÖSYM Başkanı adına Sınav Hizmetleri Daire Başkanı'nın imzası
bulunan ve sınavda bana bilgisayar verildiğinin tebliğ edildiği resmi evrak
yolladınız. Bu evrak varken bilgisayarı vermemeniz ÖSYM'yi çok zor durumda
bırakır. Bu durum ÖSYM gibi bir kurumun ciddiyetine gölge düşürür," dedim.
Mühendis Bey, izin isteyip tekrar çıktı, Merkez'e telefon açtı, durumu
aktardı, geri döndü.
Ol-ma-dı.
Dışarıdan izole edilmiş bir odada, tüm dış ortam araçları devre dışı
bırakılmış bir bilgisayarda, ÖSYM'nin her köre atadığı görevliler tarafından
soruların yazılması veya silinebilir bir hâle getirilmesi için önerdiğim her
türlü yöntem sınav güvenliğine takıldı.
Sınavımın diğer adaylardan sonra yapılmasını bile önerdim. Yine olmadı.
"Daire başkanı hocamızla telefonda ben konuşayım, onun söylediğini anlamasam
da kısaca durumu özetlerim. Bilgisayarın sınav güvenliğini riske atması
imkânsız. Ne internet gerekiyor ne başka bir şey. Program bile yüklenmese
olur, sadece soruları bilgisayarda alayım yeterli," dedim.
Olmadı.
Ve 3 yıl öncesine dönüldü. "Sevgili hocamız bilmiyor olabilir, ÖSYM geçen
yıl, 2010'da beni sınava diğer adaylarla eşit imkânlarda almadığı için
YÖK'le birlikte ceza aldı. Sınavın işleyişinde kusurlu davranıldığı mahkeme
kararı ile belirlendi. Bana bilgisayar verileceğini tebliğ eden ve imzası
bulunan bir yazı da var ortada. Soruları bilgisayar ekranında göremediğim
sürece benim için bir bilgisayarın anlamı yok ki. Bu yapılan ayrımcılıktır,
eğer bir çözüm yolu bulunmazsa ben yine yargı yoluna başvurup dava
açacağım," dedim.
Mühendis Bey tekrar dışarı çıkıp telefonla görüştü. Saat neredeyse beşe
geliyordu. Yani yazarak anlattığım bu süreç üç saat sürdü. Çözüm üstüne
çözüm önerileri sıraladım. Mühendis Bey: "Üzgünüm ama pazar günü bilgisayar
verilmeyecekmiş. İsterseniz mahkemeye başvurabilirmişsiniz," dedi.
Güldüm. Bu cümleden sonra ÖSYM benim için Türkiye'nin gelmiş, geçmiş ve
gelecekteki en komik kurumu oldu. Milyonlarca kişinin kaderlerindeki en
önemli dönüm noktalarından biri olan sınavları düzenleyen kurumun
yöneticilerinin espri anlayışına güldüm.
Çünkü ağlanacak bu hâle anca gülünürdü.

Notumsu: Daha öncede sık sık söyledim: O sınava bilgisayarla girmeyi
gerçekten çok istiyorum. ÖSYM, bilgisayarı onayladığında kendimden çok diğer
körler için sevinmiştim. Onların da benzer bir hakka ileride sahip olacağını
düşünerek. ÖSYM, fikrinden vazgeçince de daha çok onlar için üzüldüm.
Ben, zaten bir üniversiteden mezun olmuşum, kariyerimde hiç de fena
sayılmayacak bir yerdeyim. YGS'yi aşsam, özel yetenek sınavıyla öğrenci alan
bir fakülteye başvuracaktım. Ama dün yapılan o sınavda binlerce kör öğrenci
zor anlar yaşadı. Söylesem, inanmayacaksınız belki. ÖSYM, körlere soru
okuması için atadığı görevlilere en ufak bir eğitim dahi vermiyor. İnternet
üzerinden veya VCD ile bile körlere soruların nasıl okunması gerektiğini,
soru okumanın püf noktalarını anlatmıyor.
Görevliler iyi niyetli. ama tekniği bilmeyince kör öğrencilerin
performansları, verdikleri doğru yanıt sayısı çok düşüyor. Sırf bu yüzden
koskoca bir yıllık emeklerini kaybeden kişiler oldu dünkü sınavda. Bu yüzden
kendimden çok onlar için üzüldüm.
Ve bu nedenle hakkım olduğu su götürmez bir gerçek olan o bilgisayarı bir
gün, bir şekilde alacağım ÖSYM'den.
Ağzımdan çıkan o cümleyi yalamayacağım. İnadım, inat. gerekirse mezara kadar
uğraşsam da alacağım o zımbırtıyı.