- Duyuru ve Haberler
- 02 Aralık 2012 Pazar
- Toplam Okunma: 5
Kısaca anımsayalım.
1981 yılı Birleşmiş Milletler tarafından dünya sakatlar yılı olarak kabul edilmiş, yıl boyunca tüm üye ülkelerde sakatların daha rahat ve sorunsuz bir yaşam sürmeleri için çeşit li çalışmalar yapılmıştı. Bu ülkelerden biri olan ülkemizde, yaklaşık 3 aydır yönetimde bulunan 12 Eylül darbe hükümeti engellilerin hayatlarına da darbeler vurmak için daha iyi bir fırsat bulamazdı, elinden geleni de yaptı. 12 Eylül yönetimi, Sakatlar yılı boyunca engellilerin örgütlenmesinden kazanılmış haklarına kadar değiştirmediği şey bırakmadı.
Sakatlar yılı sonunda birleşmiş milletler yeni bir karar daha aldı ve 1982 yılından başlamak üzere 10 yıl boyunca, her yıl 10 – 16 mayıs tarihleri arasının tüm üye ülkelerde sakatlar haftası olarak belirlenmesine ve bu haftalarda, engellilerle ilgili çalışmaların son durumunun değerlendirmesinin yapılmasına karar verildi.
Bu 10 yıl boyunca ülkemizde de sakatlar haftaları kutlandı. Bol bol şenlikler yaptık, bedava yemekler yedik, güldük, oynadık ve en önemlisi, her yıl sakatlar haftası boyunca tüm sakatlar izinli sayılarak işe gitmediler. Değerlendirme? Pek fazla değerlendirme yapmadık, çünkü değerlendirilecek bir gelişmeye tanık olmadık. Bu duruma isyan eden kimi bozguncu sakatlar çıktıysa da, azınlıkta kaldıkları için “çatlak ses” olarak değerlendirildiler.
Söz konusu 10 yılın sonunda ise son bir karar daha alan birleşmiş milletler, 10 – 16 Mayıs tarihlerindeki sakatlar haftasının yerine, bundan böyle her yıl 3 Aralık tarihinin dünya engelliler günü olmasına karar verdi. Tabii yine amaç durum değerlendirmesi, eksiklerin belirlenmesi ve yeni yol haritalarıyla engelliler için yeni çalışmaların planlanmasıydı. Biz ise kutlamalara devam ettik. Üstelik, artık hem 10 – 16 Mayıs sakatlar haftasını, hem de 3 Aralık engelliler gününü kutluyorduk.
Üç aralıktan bakmak
3 Aralık 2012 tarihinde, Ülkemizdeki engellilerin sorunları ve çözümü konusunda bir durum değerlendirmesi yapmak istediğimizde, ne yazık ki pek de iç açıcı bir görüntü ile karşılaşamıyoruz. Günün tarihini eş anlamlı sözcük grubu olarak kullanıp söylersek, durumu üç aralıktan yani, üç farklı pencereden değerlendirmeğe çalışacağız
1-Engelli Hakları
Ülkemizde engelli hakları konusunda internette bir araştırma yaptığımızda, genellikle birtakım parasal avantajların veya ücretsiz ya da indirimli hizmetlerin sayılıp döküldüğünü görüyoruz. Oysa bunlardan çok daha önce sayılması gereken engelli hakları var. Bunların başında engelli engelsiz, herkes için geçerli olan insan hakları gelmektedir. Ayrıca, engellilik nedeniyle karşılaşılan özel durumlar ve yaşanan özel sorunların çözümü için geliştirilmiş bazı temel kurallar bu listede kesinlikle yer almalıdır.
Bu şekilde değerlendirdiğimizde, ülkemizde engelliler alanında son yıllarda yapılanların ve yaşanan gelişmelerin ilerleme mi, yoksa gerileme mi sayılabileceği tartışılması gereken bir konudur.
Ülkemizde engellilik alanında kaydedilen gelişmelerin büyük bir bölümü ücretsiz veya indirimli hizmetler veya vergi indirimleri gibi parasal getiri sağlayan gelişmelerdir. Elbette bunların bir işe yaramadığını söyleyemeyiz. Özellikle engellilerin büyük bir bölümünün geçim sıkıntısı içinde, hatta işsiz olduğunu düşündüğümüzde, bu uygulamaların da gerekli olduğu söylenebilir. Ancak, Engelli hakları doğru olarak değerlendirilip asıl yapılması gerekenler yapılırsa, asıl atılması gereken adımlar atılırsa bu tür parasal önlemlerin veya indirimlerin gereksiz hale geleceği kabul edilmelidir.
Örneğin erişilebilirlik konusunda tüm sorunlar, “herkes için erişim” ya da “evrensel tasarım” kavramları çerçevesinde çözüldüğünde, tüm mal ve hizmetler engelliler tarafından da aynı rahatlık ve kolaylıkla kullanılır hale getirildiğinde, bu gün engelli dediğimiz kişilerin birçok alanda diğerleri kadar engelsiz hale geleceğini hep birlikte göreceğiz. Son yıllarda engellilerle ilgili yapılan uygulamaların bir kısmı da izolasyon anlamına gelen uygulamalardır. Örneğin sadece engellilerin çalışabildiği korumalı iş yerleri, Engelliler için özel oteller, engelli konutları, engelli parkları, engelli otoparkları gibi birçok uygulama ile karşılaşıyoruz. Hatta bazı üretici firmalarca, engelliler için basitleştirilmiş ve kısıtlanmış işlevleri bulunan özel beyaz eşya üretimi bile denenmiştir. Bu tür uygulamalar ilk bakışta hoş gibi gelse de, zaman içinde engellileri yaşadıkları toplumdan soyutlayacak, her şeyleriyle kendine özgü, yeni ve yabancı bir topluluk haline getirecektir.
2-Örgütlü demokratik hareket
Engelliler, 1970 – 1995 yılları arasında hak mücadelesi anlamında yetersiz de olsa örgütlü eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bu hareketlerin önderi olan örgütler ne yazık ki zaman içinde ya yozlaşmış, ya da yaşama savaşı verir hale getirilmişlerdir. O dönemde demokratik kitle örgütü diye adlandırılan bu örgütlerin zayıflaması veya yozlaşmasına paralel olarak sivil toplum örgütleri diye adlandırılan yeni yapılar ortaya çıkmıştır. Bu yapılar demokratik hak mücadelesi yerine, durmadan toplantılar yaparak, beyin fırtınalarıyla zaman öldürerek, bir de çeşitli “projeler” yazıp “hibe” dağıtan kuruluşlardan para tırtıklayarak geçimlerini sağlamayı tercih etmişlerdir. Ne hikmetse, bu projelerin hiç biri engelli haklarını geliştirici veya engellilerin genel durumunu düzeltmeye yönelik sonuçlar vermemiştir.
Örgütlü mücadeledeki bu zayıflık engellilerle ilgili son gelişmelerde de kendisini göstermiştir. Yapılan yasal düzenlemeler ve alınan kararlar engellilerin etkin katılımı olmadan gerçekleştirilmiştir. Âdet yerini bulsun diye bazı engelli örgütlerinin görüşleri alınmışsa da, bu görüşler ya yapılan düzenlemelere hiç girmemiş, ya çarpıtılarak girmiş, ya da daha sonra yapılan düzenlemelerle geri çekilmiştir. Bu duruma iki örnek verecek olursak, ilki engellilerle ilgili mimâri düzenlemeler için konulan 7 yıllık geçiş süresi içerisinde hiçbir düzenleme yapılmaması ve 7 yılın bitmesine yakın, sürenin 3 yıl daha uzatılması, ikincisi de, görme engellilerle ilgili imza düzenlemesinin geri çekilmesi girişimi olabilir.
3- İstismar (kötüye kullanma) ne yazık ki engelliler için yeni bir sorun değildir.
Son yıllarda bu konuda hayal bile edilemeyecek gelişmeler yaşanmıştır. Engellilerle ilgili istismarın artık kamu kurumları üzerinden yapılmakta olduğunu üzülerek görüyor, yaşıyoruz. Bunun en iyi bilinen örneğini görengöz projesi oluşturmaktadır. Bu projeyle ülkemizdeki tüm görme engellilere özel olarak tasarlanmış, içerisinde özel gps dolaşım programı bulunan birer cep telefonu dağıtılacağı bildirilmiştir.
Ancak, ilk olarak Ankara ve İstanbul’daki görme engellilere dağıtılan bu telefonların kesinlikle hiçbir işe yaramadığı, görme engeliler tarafından yalın bir telefon olarak bile kullanılamadığı görülmüştür. Sonuç olarak bu projeyle kamunun yaklaşık 10.000.000 lirası çöpe atılmıştır. Üstelik bu sadece iki büyük kentte dağıtılan telefonların bedelidir. Daha geride 79 il vardır.
Tüm bunlar ışığında 2012 yılına genel olarak baktığımızda, ilerleme değil gerilemelerin yaşandığı bir yıl olduğu net bir biçimde görülecektir. 2012, görme engellilerin görüşleri hiçe sayılarak dağıtılan ve büyük şova dönüşen gören göz faciyasıyla başlamıştır. Bunu temmuz ayında kamu kuruluşlarına mimari düzenlemeleri yapmaları için verilen 7 yıllık sürenin dolmasına çok az kala gelen süre uzatımı takip etmiştir. Bugünlerde de Mille Eğitim Bakanlığının mezuniyet ve hakkedişlerine karşın engellilri öğretmen yapmama yönündeki girişim ve eylemlerine tanık oluyoruz.
Sonuç:
Ülkemizde son yıllarda engelliler için yapılan düzenlemelerin bir kısmı olumlu, bir kısmı olumsuz olarak değerlendirilebilir. İster olumlu, ister olumsuz olarak değerlendirilsin, bu gelişmelerin büyük bir çoğunluğu bizce bir yönüyle eksiktir. Engelliler için birşeyler yapılacaksa, engelli örgütlerinin görüşleri mutlaka dikkate alınmalıdır. Birkaç kişinin oldubittisi ile alınan kararlar ve yapılan işler ne kadar iyi olursa olsunlar, mutlaka bir eksik tarafı olacaktır. Gören Göz Faciyası, süre uzatımı, oy uğruna gerçekleşen ÖMSS sınavı ve bunun sonucu atanamayan öğretmenler, bunun en temel kanıtlarıdır.