Mutluluğun resmi çamurdan ayak izlerim

 

Kartepemi desem, kel tepemi?

 

Yürümek ala bildigine.

 

Sonra ıslanmak yağmurun altında.

 

Deliksiz bir uykuya dalar insan, dönüş yolunda.

 

Yürümek, doğanın ve iç alemin sonsuz rengi ve ışığına.

 

Belkide hafta sonunuzun sıradan bir aktivitesi olan, yada ola bilicek olabilen bir eylem bu doğa yürüyüşü. aslında baştan başlamalıyım….

 

Yeni bir işe başlamıştım ve Tolga diye bir arkadaşla tanıştım.

 

İnsan benzerini arar, der Mevlana….

 

İlk O bahsetmişti bana haftasonları yapılan bu yürüyüşlerden.

 

Bende ilkez geçtigimiz Pazar günü bu aktiviteye katıldım.

 

Yürüyüşle ilgili yaşadıklarımı anlatmadan önce şunu belirtmek istiyorum….

 

İnsanın doğaya ihtiyacı kaçınılmazdır, ancak doğanın insana zerrece ihtiyacı yoktur!

 

Yağmurlu bir Pazar sabahı yatağımdan fırlayıp üstümü giyindigimde beni kartepede yapılıcak olan yürüyüşte nelerin bekledigini bilmiyordum.

 

Elbette her yeni deneyimden önce bir şeyler sorup soruştursakta bu  orman olmayan bir çöl yerlisine envayi çeşit koku denizini betimlemek gibi suni oluyor.nihayetinde

benim içinde bu ortalamanın ötesine geçemedi hazırlıklarım.

 

Çok heyecanlıydım, bu benim için ilk doğa yürüyüşü deneyimim olucaktı.

 

Sabah yediye çeyrek  kala olmam gereken yerede biraz gecikerekde olsa ulaştım ve minübüsümüz diyer arkadaşlarıda almak üzere hareket etti.

 

Taksim, Beşiktaş, ve karşı yakadaki arkadaşlarıda aldıktan sonra rehperimiz bize gideceğimiz yere dair bazı bilgiler verdi.

 

İlk olarak İstanbul çıkışında şirin bir köy kahvesinde mola verip yağmurun sesini ve kokusunu duyaduya çeşit çeşit kahvaltılıklardan oluşan ve yanında demli

enfes çaylarımızı yudumlayarak ilk sabah mahmurlugunu üstümüzden attık.

 

Enazından ben geceden beri eyvah geçmi kaldım! Kaygılarından sonra iyice uyanmıştım.

 

Rehperimiz, bu köyünde akibetinin şehirleşme ve tüketim kültürünün yok edici pençelerinin arasına henüz düşmedigini, ancak gidişatın bu sona çok uzak olmadıgını

söyleyince kendi köyümüz geldi aklıma.

 

Evet, Çerkez ziratlısı köyüde bandırmayla neredeyse iç içe girmek üzereydi.

 

Buysa bende tarifi güç bir hayal kırıklığına ve gelicek korkusuna neden oluyor.

 

Düşünmeden edemiyorum…. O şirin köyünde elimizden göz göregöre kayıp gittigini düşündüğümde soruyorum kendi kendime…

 

Peki insan yaşamı için varlıgı olmasa olmaz doğaya ulaşıp bir temiz hava ala bilmek için daha ne kadar, nereye kadar, ne zamana kadar gitmemiz gerekicek?saatimiz

onbiri gösteriyordu, yürüyüş yapacağımız kartepe mevkiyine geldik.

 

Gelirken yol üstünde gerek sabit, gereksede hareketli bir sürü tesis gördük.

 

Minibüsten indigimde ilk dikkatimi çeken suya benzer bir rüzgar sesiydi.

 

Yağmur ara ara hafifçe çiseliyor, bense bu yürüyüşün biran evvel başlaması için sabırsızlanıyordum.

 

Öyle ya, ıssız bir doğaya gidiyorduk ve hem benim,  hem  sevgili dostum tolga, hemde tamzara turun sahipleri içinde yeni bir deneyimdi.

 

Elbette şunu belirtmeliyim, görme engelli biri olarak çevresel koşulların engelli bireylerin tamamen dikkate alınmadan düzenlendigi bir şehirde yaşamaya

ve hareket etmeye çalışıyorum.

 

Bu bazen gerçektende güç durumlar yarata biliyor.

 

Bunları paylaşmam gerekiyor çünki günlüğk hayatında yeterince hareket edemeyen insanların arasında birde  çevresel düzenlemelerden ötürü hareket etmeleri

engellenen bir çok insan var.

 

Bunların bazısına topal, bazısına kör diyoruz.

 

Bu dez avantajlı durumla yüzyüze kalan bir görme engelli olarak, hislerimin ve sözlerimin taşkınlığını siz okurlara açıklamak gereğini duyuyorum.gelelim

gezimize….

 

Önce hafif köy yollarını anımsatan bir yol üstünden  yürüyerek sonbaharın o çürümüş yaprak ve yağmurun dokunduğu topraktan çıkan kokulardan müteşekkül kokuyu

serin serin ciğerlerimize çektik.

 

Garip gele bilir bazılarınıza ama bir kayın ağacının ıslak gövdesine dokunmak bile yağmurda ıslanmış bir yavru köpeği kucağınıza almaya benziyor.

 

Tabi benim durumumda bu yavru köpek birazcık büyücek oldu ama duygusu tıptıp buydu.

 

Doğanın kendine has bir sanatı adeta, yol kenarlarında oluşan küçük su kanalları ve o kanalların yaptığı bir sürü değişik şekiller vardı.

 

Nerdenmi biliyorum bu şekilleri?

 

Çünki bizzat  sevgili dostum tolga betimledi ve buraları elimle, ayaklarımla ve hatta bazı yerde bastonumla inceletti bana. günümüzde thy nın görme engelli

bir yolcuya tek başına yolculuğu çok gördüğü ülkemde kafalarındaki soruları ön yargılaştırmadan bu gezide bana destek olan ilk başta sevgili Dostum  tolgaya ve , Cevdet

ile ülkü çiftine ne kadar teşekkür etsem azdır.

 

Elbette her şeyin oldugu gibi bu yürüyüşünde kendine has bazı zorlukları vardı.

 

Köy yolu gibi olan bölümü geride bıraktıktan sonra, patikaların, dik sayıla bilicek sırtların üstünden sanki tüm dünyaya bakan ve bağırsam duyura biliceğim

bir uçsuzluk karşıladı bizi.

 

Rüzgar öylesine esiyorduki hem bastığım yerlerin düz olmaması, hemde sırtımdaki çanta ile yanlış ayakkabı seçimi bana zor anlar yaşattı.

 

Ama yinede o serin  rüzgarla birlikte gelen çeşit çeşit otların, çiçeklerin ve yaprakların kokusu çektiğim sıkıntıları bana unutturmaya ve gezinin devamını

iple çeıkmeme yetide arttı.

 

Aşağı yukarı bir birbuçuk saat civarı yürümüş ve güle oynaya bir tepeden aşağı inmeye başlamıştık. Her şey buraya kadar gayet kolay gelmişti bana.sucuk

ekmeklerimizi yiyip korda pişmiş helvalarımızıda birbirmize latifeler yapayapa bitirirken,  yakılan ateşler söndürüldü, organik olmayan çöpler toplanılıp

ezildi, ve herkes artık yola çıkmaya hazırdı.

 

Benim için yolculugun bu bölümü hakikaten daha zor ve yorucuydu.

 

Artık patika bile denemiycek taşlı, bol otlu, ağaç dallarının ala bildigine çıplak bile olmaya başlasalar dallarıyla hükümranlıklarını ilan ettikleri yerleden

yürüyor, pardon yürümeye çalışıyorduk.

 

Bu esnada ben sıksık ayaklarımın çektiği isyan bayrakları ve nefesimin hamlıgımdan ötürü güç alıp bu isyana katıldıgı anlarda teslim olup soluklanmaya durdugumda

ekip arkadaşlarımda benimle birlikte duruyor, onlarda bu esnada çevreyle ilgili gözlemlerini bana anlatıyorlardı.

 

Bunlardan biri, Ülkü arkadaşın bir ağacın üstünde kazınmış oldugunu tahmin ettigim bir yazıdan bahsetmesiydi.

 

Kaderin bir cilvesimidir bilinmez, vanda bulunan Ani harebeleride bu gibi hareketlere maruz kalmıştır ve ne yazıkki ülkemde çevre  ve tarih bilinci olmadığından

bugün çevreyle ve tarihi bir yapıyla ilgili buraların korunmasına yönelik bir şey söyleyenler maalesef marjinal sayılmak şöyle dursun, neredeyse ağza alınmayacak

ithamlara maruz kalıyorlar.

 

Sormadan edemiyorum… çevresini mahfeden, tarihi zenginliklerini küçücük hesaplara kurban eden bir ülkenin insanları nasıl oluyorduda memleketini pek çok

ama pek çok seviyordu?

 

Yavaş yavaş keltepeye yaklaşıyorduk.

 

Yanımızdaki gps aleti yüksekligimizi 1500 civarı gösteriyordu.

 

Bense bir hayli yavaşlamış ve her taşa basamayışımla biraz daha bitkin düşüyor ve daha sık mola istiyordum.

 

Böyle bir mola anında gurubun hızına ayak uyduıramayaşımdan ve geri kaldıgımızdan dem vururken,  sevgili yol arkadaşım tolganın sözleri hayatın neden bu

kadar yaşanmaya değer olduguna dair bana eşsiz bir ip ucu vermişti.

 

Kafilenin hızı en yavaş gidene göre ayarlanır!!!

 

Evet, heleki çevremizdeki koşuşturmada hergün içine atıldıgmız yarıştırma ve kazanmak için birini geride bırakma dayatması benide bu yürüyüş esnasında yakalamış

ve  geri kalma rahatsızlığı şeklinde tezahür etmişti.

 

Doğanın bize ihtiyaç duymayışı kadar biz insanların birbirimize olan ihtiyacımızı gerçekten bir kavraya bilsek, ne doğaya karşı, ne birbirimize karşı,

Nede kendimize karşı ;

bu denli acımasız olamayız diye düşündüm biran.

 

Artık yokuş bitmiş ve karların kısmen erimedigi patikaları inmeye başlamıştık.

 

Bende belki günün en zevkli anlarını bu esnada yaşamış ve dimdik bir patikada çamurların, taşların, ağaç köklerinin oluşturduğu engelli bir dörtyüz metreyi

kah popomla yer küreye imzalar ata ata, kah etrafımdakilerin bakışları peşisıra sılalom yapayapa, çamurdan kirlenen ellerimi yılın ilk karında yuna arıta

aşağı inmiştim sonunda.

 

Elbette deneyimlilerle acemiler arasında bir fark vardı ve bu çok doğaldı, lakin arkadan gelmek bazende bu yüzden avantajlı ola biliyordu.örneiğin,öndeki

gurubun keşvetmek için daldıgı bir rota hem yolu daha uzata biliyor, hemde daha zorlu bir parkura çıka biliyordu.

 

Neyse, artık düz bir yola çıkmıştık.

 

Bu kayak merkezine giden yolun başıydı ve oldukça çamurluydu.

 

Ayakkabımın normal ağırlıgnın iki katı olması bu düz yolu bile oldukça yorucu hale getirmişti.

 

Akşam olmuş ve aracımızın oldugu yere dogru yavaş adımlarla,  ilerlerken, sessizliğin son yudumlarını ağır ağır içime çekiyordum.

 

Gurubumuz kayak pistinin kenarında son bir defa toplandı ve burasıyla ilgili hararetli bir konuşmaya daldık.

 

İstanbulun yakınlarındaki  bu son birkaç doğal zenginliğininde ekonomi, mali çıkarlar, vb fikirlerle birilerine bırakılıp sonu belirsiz yollara sapılmasının nasıl sonuçları

olacağına dair söyleştik biraz, ve tekrar yola düzüldük.

 

Bu son bölümde yaşadıklarımı izninizle bir şiirle aktarmak istiyorum

 

 savurgan güzel,nedir bu kendini harcaman

 

senin mirasın olan güzellikleri böyle?

 

doğa temelli vermez ,ödünç verir her zaman

 

eli açık olana borç verir içtenlikle

 

böyle yanlış kullanmak olurmu güzel pinti

 

miras bırakman için sana bırakılanı?

 

kar etmeyen tefeci bu koskoca serveti

 

niye tüketiyorsun yaşatmak varken canı

 

meraklısın kendinle içli dışlı olmaya

 

bu tatlı benliğin sırf aldatmağa yarar

 

vaktin geldi diyerek seni çağırsa doğa

 

vereceğin hesapta elle tutulur ne var?

 

...........

 

William Shakespeare       

 

Akşam oldu ve dönüş yoluna çıktık.

 

Minübüste ilginç bir tartışma açıldı.

 

Acaba doğa yürüyüşlerinde ateş yakmak ne kadar doğru yada gerekliytdi?

 

Bu soru önemliydi doğrusu zira Tamzaranın bu aktiviteleri gerçekleştirirken çevre ile ilgili nasıl bir felsefesi olduğunuda anlamış oldum.

 

Daha evvel böyle bir konuyu hiç düşünmemiştim.

 

Yani en çok bir ateş yakıp sucuklarımızı kızartıyorduk.

 

Oysa yakılan ateşin bile izinin aylar kalabiliceği söz konusymuş.

 

Ve soruyordu sevgili Cevdet, buna razımısınız?

 

Ben çok yorgundum ve gelişi güzel o an ola bilir diye düşünmüştüm.

 

Ama şimdi daha iyi görüyorumki, bu tartışma bile katıldığım bu gezide bana  çevre ile ilgili nedenli bilgisiz ve bilinçsiz oldugumu, ve bu tür gezilerin

eğitici bir yanı oldugunuda gösterdi.

 

Umarım bir dahaki sefere tekrar başka bir deneyimi paylaşmak üzere kartepe gezisinde emeği geçen tüm katılımcılara ve tamzara turun sahipleri Cevdet ve

ülkü çiftine teşekkür edip kendilerinden ilanlarına şunuda eklemelerini bekliyorum…

 

Görme engellilerinde katılabiliceği doğa yürüyüşlerimizde kendilerine bir rehper arkadaşımız eşlik edecektir.

 

 * Katılımcımız ve artık dostumuz olan Levent beye yazısı için, çok teşekkür ediyoruz. Tamzara Ailesi.