- Soner Çoban
- Başarılı insanlar
- 23 Temmuz 2008 Çarşamba
- Toplam Okunma: 79
Sonraki gün, küçük çocuklarla ilgilenmek için, yemekhanelerine gittik. Ama yanlızca iki çocuk ordaydı. Çocuklara genellikle bakan kadın orada değildi. Onlara bizi beklemelerini söyledik ve grubun geri kalanını aradık. Sonunda tüm çoc uklar bir araya geldiklerinde, normalde nerede öğrendiklerini sorduk, çünkü yemekhane çok gürültülüydü . bir takım tadilat çalışmaları yapılıyordu, insanlar girip çıkıyorlardı. Bir erkek çocuğu bize anaokulunun tadilattan dolayı daha gürültülü ve kirli olduğunu söyledi, böylece yemekhanede kalmak zorunda kaldık. Sınıfta İngilizce bilen tek çocuk oydu. Çocuklara bakan kadın orada olmadığı için, bu erkek çocuğu bizim tercümanımız olmuştu, ve bundan gurur duyuyordu. Bu çocuğun İsmi Jonathandı.
Öğleden sonra, çocukları öğreten kadınla buluştuk. O bize sabah çocuklara tekerleme öğretip öğretmediğimizi sordu. Çaresizdik çünkü çocukların çoğuyla hiç konuşamıyorduk ve İngilizce hiç bir tekerleme de bilmiyorduk. Bir ilkokulun müdiresi olan bir kadın biliyordum, ve bunun için Accraya gitmeye karar verdik. bu, özel bir okul olduğu ve annebabalar ücretlerini ödeyebildiklerinden, grev yoktu. çocuklar her ne zaman bizi duysa, yanımıza geliyor, eteklerimize yapışıyorlardı. Onların okul dışına kadar arkamızdan gelmelerini istemediğimiz için, ayrılırken yanlarından ses çıkarmadan geçtik. Ama birden, onlardan bazıları gelip bize seslendiler. çocukların tümünün tam görmez olduğu söylendiği için bu duruma şaşırmıştık. artık, en azından bazı çocukların az görüyor olduklarını keşfetmiştik.
Okul binalarının içi az gören çocukların hiç bir şey göremeyeceği kadar karanlıktı. Benim az gören arkadaşım da sıkça bu durumdan şikayetçiydi. Hâlâ, Biraz da olsa görebiliyor, ama doğru-dürüst hareket etmesi güçleşiyordu.
Akşam, çocuklar için bir sürü tekerleme ve şarkıyla Akroponga geri döndük ve sonraki sabah, onlarla şarkılar söyleyip, dans ettik. Çocuklar çok mutluydu, fakat onlara tekerlemeler öğretmek istediğimizde, çocuklar zaten hepsini biliyorlardı. Çocuklarla birlikte dışarı çıkıp çimenlerde oynamalarına karar verdik. fakat bir öğretmen geldi ve çocukların yemekhaneden ayrılmalarına izin vermeyeceğini söyledi. Ona buranın gürültülü ve çok karanlık olduğunu söylediğimizde, bize çimenlerin ıslak olduğunu söyledi. daha Sonra, çocuklarla bağımsız hareket eğitimi yapmamızı önerdi. Onlara okul kapısına ve oradan da geri yemekhaneye kadar rehberlik edecektik. Ilk önce, bunu nasıl yapacağımızı bilemedik, çünkü çocukların ne kadarının tam görmez olduğunu bilmiyorduk ve hiç kimsenin beyaz bastonu yoktu. Jonathan beni yönlendireceğini söyledi. ben öne geçtim, ve bir sıra yaptık. Arkadaşım Jana, çocuklara göz kulak olmak için sıranın sonuna geçti. Bir tepeden aşağıya doğru yürüdük ve ikinci müdür gelip bize gönüllülerinin işini nasıl yaptıklarını izlemek istediğini söyledi. aniden, bir çocuk sıradan ayrılmak istedi ve eğer Jana onu yakalamasaydı, neredeyse bir çukura düşüyordu. İkinci müdür aralıksız gülüp durdu. Bize yardım etmek yerine, bana, onu Almanyaya götür, ona Almanca öğret gibi aptalca şeyler söylemeye başladı. o çocukları hiç bir zaman umursamadı. Sonunda, Jana ve ben o gün için çalışmayı bırakmaya karar verdik ve çocuklardan yurtlarına gitmelerini istedik. Her ikimiz de çok kızgındık, böylece aynı gün Accrada bulunan Ghana Körler Derneğinin bir üyesini görmek için okuldan ayrıldık. Oraya vardığımızda, dernek neredeyse kapanmak üzereydi. Akropongda içinde bulunduğumuz durumu üyelerden birine anlattık. Ona hiç bir şekilde iletişim kuramadığımız küçük çocuklarla çalışmaya hazırlıklı olmadığımızı söyledik. Akşam, birden birkaç öğretmen, kaldığımız küçük odanın önünde durdular ve içeri girmek için izin istediler. Hepsi görme engelliydi. Bu öğretmenler bizim orada olduğumuzu daha once fark etmemişlerdi. Kimse de onlara söylememişti. Onlardan biri, Fransızca öğretmeniydi. Bize küçük çocuklarla saat 10a kadar çalışmamızı, sonra da onun sınıfına gidip Fransızca öğretmemizi söyledi. Nihayet, sonraki gün, Jana ve ben küçük çocuklarla biraz oynadıktan sonra, ders için 7nci sınıfa gittik. Fransızca öğretmek istiyorduk, bize çocukların Fransızcayı öğrendikleri söylenmişti. Ama geçen eğitim yılında Fransızcaya ara verilmişti. Sınıfa girdiğimizde, kendimizi tanıttık ve öğrenciler de isimlerini ve yaşlarını bize söylediler. Çoğu 20 ve 25 yaşları arasındaydı. Öğretmen, çocukların bize saygı göstermeyecekleri korkusuyla yaşlarımızı söylememizi istemedi. Benim yaşımdaki genç insanlara öğretiyor olmak düşüncesi Kendimi biraz garip hissettirmişti. Jana ve ben onlardan Fransızca konuşmalarını istedik, bu şekilde ne kadar Fransızca öğrendiklerini anlayabilirdik. Ama öğretmen çocukların o dili konuşamayacaklarını söyledi. Onlarla basit cümlelerle konuşmaya başladık, fakat bize yanıt veremediler. Daha sonra öğretmen bize Fransızca öğrenecek kabartma kitabın olmadığını söyledi. Öğrenciler yanlızca Braille öğrendikleri için, Fransızcayı ancak duyarak ve tekrar ederek öğrenmek zorundaydılar. Jana ve ben, Fransızca bir kitap alıp içinden bir dialogu öğrenciler için kabartmaya çevirmeye karar verdik. Öğretmenden bize bir kitap vermesini istedik. O bizi malzemelrin, araç-gerecin toplandığı bir barakaya götürdü. Burası çok küçük, karanlık, kir-pas içinde bir yerdi. Kutular üstüste yığılmış, öylece duruyorlardı. Henüz açılmamışlardı. Üzerlerindeki notlardan bu kutuların Amerikalı örgütler tarafından gönderilmiş materyaller olduklarını öğrendik. Bize bunların yanlızca kağıt olduğu söylendi, ama çeviriye başlamak için kağıt istediğimizde, öğretmen bize yanlızca 5 karton verdi. Bundan dolayı, Jana ve ben depoda başka şeylerin de olduğuna kanaat getirdik, ama elbette bunu isbat edemezdik. Öğretmen bana bir Perkins daktilo verdi. Jana ve ben odamıza gittik ve o benim için bir dialog okumaya başladı. Ama kitap o kadar toz-toprak içindeydi ki, Jana güçlükle okuyabiliyordu. Sonunda, kitabı depoya geri götürdük ve kendimiz bir dialog yazdık. Sonraki sabah, sınıfa gittik ve dialogu öğrencilere verdik. Onlardan dialogu gelecek gün için çoğaltmalarını istedik. Sonraki ders, dialogu okumalarını istediğimizde, bir çok öğrenci dialogu çoğaltmamıştı. Bu işi bir tablet ve kalemle yapmak çok zordu . bir cümleyi okuyup tablette en son kalınan yeri bulup oradan yazmaya devam etmek imkansızdı. Bu durum öğrencilerin bilmedikleri bir dili çoğaltmaya çalıştıkları düşünüldüğünde daha sorunlu bir hal alıyordu. Öğretmen bizden fill çekimlerini öğretmemizi istedi. Belli bir zaman Avoir (sahip olmak) ve étre (olmak) fillerinin çekimlerini işledik. Bir sure sonra, Öğretmen bize, sıcaktan bunaldığını, zaten grevde olduklarını, kendisinin dışarı çıkacağını söyledi. tenefüste, öğrencilerden bir süre kalmalarını istedim, çünkü onlarla konuşmak istiyordum. Neden hepsinin kabartma yazdığını sordum. Öğrenciler bana çoğunun gözlüğünün olmadığını ve sınıfta karanlıktan dolayı hiç bir şey göremediklerini söylediler. Dolayısıyla, normal yazıyı okuyamıyorlardı. Bir öğrenci bana 14 yaşında geçirdiği kızamık hastalığından dolayı kör olduğunu anlattı. Ondan önce, köyünde bir okula gitmiş ve okuma-yazmayı orada öğrenmiş. Hastalığından sonra, evde oturmak zorunda kalmış ve birkaç yıl sonra Akropong körler okulunu duymuş. Akroponga gelip ortaokula başladığında 21 yaşındaydı. Eğer okula gelemeseydi, ona ne olacağını merak etmiştim. Daha sonra, Fransızca öğretmenine gittim ve ona bir görme engelli için okulu bitirdikten sonraki iş imkanlarını sordum. O bana, Ghanada bir kör ya dilenci olur, ya da öğretmen dedi. Bu öğretmen görme engelliydi, ve bir işi olduğu için şanslıydı. Hal-I hazırda yeterince öğretmen olsaydı, sokakta dilencilik etmek zorunda kalacaktı. O bana hastalıklar konusunda dikatsiz bir çok annebabanın olduğundan ve kızamıktan dolayı bir çok çocuğun kör olduğundan bahsetti. Daha sonra konuştuğum bir hemşire, bu durumun hala yaşandığını fakat bugün koşulların gelişmesiyle artık sıklık derecesinin azaldığını ve annebabaların çocuklarına aşı yaptırdıklarını söyledi. Fransızca dersinden sonra, Jana ve ben 8inci sınıfın dersine girdik. Onlardan anaokulundaki çocuklarla birlikte bir tiyatro oynamalarını istedik. Oyun, İncilde İsanın anlattığı mirasyedi bir oğulun hikayesiydi. Büyük öğrenciler insan, küçük çocuklar da domuz rolünü oynayacaktı. Ghana Körler Derneğindeki tiyatro eğitmeni bize kurgu konusunda çok yardım etti. Ama çocuklarla oynamadan once, büyük öğrencilere gitmeye karar verdik. Ilk sahneyi oynadılar. Umduğumuzdan çok daha iyiydi. Öğrencilerden çocuklardan ne yapmalarını istediğimizi onlara açıklamalarını istedik, ve onlar da öğleden sonra bunu yapacaklarına söz verdiler.
Tiyatro provasından sonra, İngilizce öğretmenleri gelip, madem burdasınız, Akropongda bir dersin nasıl işlendiğini en azından bir kez görmelisiniz dedi. Öğretmenler hala grevdeydiler ama onun bunu umursadığı yoktu. Eğitim yılının sonunda öğrencileri bir sınav olacaktı, ve onları mümkün olduğunca hızlı bir şekilde sınava hazırlamak istiyordu. Derse sonraki günün ödevini yazdırmaya başladı. Bazı öğrencilerin Perkins daktiloları vardı, bazıları da kabartma tablet kullanıyordu. Dolayısıyla ödevin yazımı bittiğinde, ders vaktinin üçte ikisi geçmişti. Ondan sonra, öğretmen bazı sözel alıştırmalar yaptı. Arasıra, şaka bile yapıyordu. Ghanada, bir öğretmenin öğrencileriyle şakalaşması sık görülen bir olay değildir. Öğretmenlerin çoğu, öğrenciyi ancak sopayla dövdüklerinde onlardan saygı göreceklerini düşünürler. Ama bu öğretmen böyle değildi. Dersini bitirdikten sonra, Jana ve ben Akropongda kaldığımız geri kalan sure içinde onu tekrar görmedik. Grev olduğu halde ders verdiği için başının derde girdiğini düşünüyoruz. Öğretmen sınıftan ayrıldıktan sonra, öğrenciler bizden onlara bir Almanca şarkı öğretmemizi istediler. Biz de öyle yaptık, oldukça keyifliydi. öğrencilere Tiyatro oyununa sonraki sahba devam edeceğimizi söyledik ve onları serbest bıraktık.
Sonraki sabah sınıfa girdiğimizde, tüm öğrenciler ordaydı. Ama tam biz ders yapmaya başlamak istediğimiz zaman, bir öğretmen içeri girdi ve öğrencilere ceza için dışarı gelmelerini söyledi. Öğretmene beklemesini ve daha sonra gelmesini söylediğimde, beni dinlemedi. Biz öğretmek istiyorduk, ama o dinlemedi. Tüm sınıf ceza için gitmek zorundaydı. Orta ikinci sınıfa gittiğimizde de aynı şey oldu. Fransızca öğretmeye tam başlayacağımız zaman, aynı öğretmen içeri girdi ve tüm sınıfa cezaları için dışarı gelmelerini söyledi. Janaya ve bana, öğrenciler çok çalışacakları için günün geri kalanında çalışmayın dedi. Aynı şey sonraki sahbah da tekrar etti. Nereye gittiysek, derse başlayacağımız zaman, öğretmen sınıfa girip, öğrencileri ceza için alıp-götürdü. Üçüncü gün, öğrenciler artık sınıfta bile değillerdi. Etrafta dolaşmaya karar verdik, çünkü o güne kadar, okulun üzerinde bulunduğu yerleşkeyi çok fazla görmemiş, odamız, öğretmenler odası, ve sınıflar arasında gidip gelmiştik. Yerleşkede dolaşmaya çıktık ve sonunda öğrencilerimizi bulduk. Cezaları temizlikmiş. Yerleşkeyi ve binaları temizlemeleri gerekiyordu. Daha sonra, hafta sonunda Avrupadan gelecek doktorların beklendiğini öğrendik. Herşeyi öğrenciler hazırlamak zorundaydı. İyi bir izlenim bırakabilmek için, bir salıncak bile onarılmıştı. Janaya ve bana haftanın geri kalanında temizlik yapacakları için, büyük öğrencileri aramayın dendi. Anaokulundaki çocuklarla oynayacaktık.
Bir gün, anaokulunda, Jonathan ona bir gözlük almamı istedi. Ona gözünün önünde tuttuğun elindeki şey nedir diye sorduğumda, bu şeyin görüşüne yardımcı olduğunu söyledi. Ona yardım etmeye karar verdim, çünkü zaten dışarıya çıktığımızda biraz görebildiğini anlamıştım. Böylece öğretmenlerden birine gidip, çocuğu bir göz uzmanına götürmek için anne-babasıyla irtibata geçip bana izin alıp alamayacağını sordum. Öğretmen bunu arkadaşlarıyla görüşmesi gerektiğini söyledi. Doğrusu, Bugüne kadar, görüşülmesi gereken şeyin ne olduğunu hep merak ettim. 3 gün sonra, aynı öğretmenle konuştum ve görüşmesini bitirip bitirmediğini sordum, ve o bana hayır dedi. Malesef, akropongdaki zamanımız bitmek üzereydi. Almanyaya dönmek zorundaydık, bundan dolayı JonathanI bir göz doktoruna götürme imkanım olmadı.
6 ay sonra, Ghanaya yeniden gittim. Akropongda çocuklarla buluştum. Jonathan, bana bir gözlük istediğini tekrar söyledi. Ama hiç bir öğretmen bununla ilgilenmedi. Ona yardım edemeden eve dönmek zorunda kaldım. Jonathan artık ilkokuldaydı. Ilk gün Akropongda tanıştığımız öğretmene yazdım. O ve ben arkadaş olmuştuk. bana elinden geldiğince yardım eden bir kaç öğretmenden biriydi. Jonathanla ilgili hangi sınıfta olduğunu, herşeyi anlattım ve çocuğun anne-babasının telefon numarasını bana vermeleri için öğretmenleri ikna konusunda desteğini istedim. Öğretmenlerin hiç bir zaman Jonathanın annne-babasını aramayacaklarından endişe duyuyordum. O, JonathanI sormuş, ama öğretmenlere anne-babasıyla neden iletişime geçmek istediğimi söyleyince, ona ilkokulda Jonathan diye bir öğrencinin olmadığı söylenmiş. Sonunda, Ghana Körler derneğine Jonathanla ilgili, onun durumunu anlatan bir şikayet mektubu yazdım. Ben mektubu yazdıktan kısa sure bir sonra, dernekte çalışan bayan okula gitti, ve sonunda telefon numarasını aldı. Annesi öldüğü ve babası da yurt dışında olduğu için, jonathanın kuzeni onunla ilgileniyordu, ben de onu aradım.
Son olarak şu noktayı belirtmek isterim, Akropongda her sabah, öğrenciler saat 5de kalkıp 8de başlayacak toplantı için hazırlanmalıydılar. Dua ediyorlar ve bir öğretmen İncilden hikayeler anlatıyordu. Insanların sevgi vaazleri verip onu yaşamamaları beni şaşırttı, ve ben hiç bir zaman bunu anlayamadım.
Maschenka Gennert
Değerli okurlarımız:
Yukarıda okuduğunuz gibi, Maschenka Gennertin gönüllü olarak yardım etmeye çalıştığı Acropong Körler Okulu, özellikle teknolojik ihtiyaca büyük bir gereksinim duymaktadır. Türkiyeden konuya ilgi gösteren okurlarımız, ihtiyaçlarla ilgili Soner Çobana,
yurt dışında yaşayan okurlarımız ise, Maschenka Gennerta
adreslerinden ulaşabilirler.