- Engin Yılmaz, Sevda Bozbey Yılmaz
- Yorum ve Yazılar
- 13 Temmuz 2015 Pazartesi
- Toplam Okunma: 70
Önsöz
Merhabalar herkese.
3-10 Temmuz tarihleri arasında uzun süredir hayalini kurduğumuz bir şeyi gerçekleştirdik Sevda ile birlikte. NFB kongresi için Amerika’nın Orlando kentine gittik. Bunu uzun süredir hayal ediyorduk, çünkü Oradaki insanların bakış açısını, körlükle ilgili yaklaşımlarını, tutum ve davranışlarını, ABD’deki erişilebilirliğin neleri kapsay ıp kapsamadığını bizzat deneyimlemek ve orada öğrendiklerimizi buraya aktarabilmek arzusunu taşıyorduk; 2015 Temmuzu hayalimizi gerçekleştirebildiğimiz bir tarih oldu.
Bildiğiniz gibi daha önce de Almanya’nın Bad Herrenalb bölgesinde düzenlenen görme engellilerin matematik ve grafiklere erişimi seminerine katılmıştım, ve oradaki günlerimi anlattığım günlük kendi adıma oldukça tatmin edici olmuştu. Bu sefer de Orlando ve NFB günlerimi anbean paylaşmak, orada yaşadıklarımı unutmamak ve unutturmamak için aşağıda okuyacağınız günlüğü kaleme aldım.
Ama günlüğü yazarken Tek başıma değildim. Eşim Sevda da benimleydi, ve zaman zaman o da paylaşımlarda bulundu. Ben de her gün engelsiz erişim sayfalarında yayınlanan günlüğü, Sevda’nın paylaşımlarını da ekleyerek son haline getirdim.
Aşağıda okuyacağınız şeylerin ortaya çıkmasında, oradaki deneyimlerimizin zenginleşmesini sağlayarak büyük rol oynayan Sevgili dostum Deniz Aydemir Döke’ye sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim. Ayrıca Yine NFB ile bir çok bağlantı kurmamızı, farklı bir çok kişiyle görüşmemizi sağlayan Sevgili arkadaşım Nihal Erkan’a da minnetlerimi göndermek istiyorum buradan.
Bu günlük, erişilebilirliğin bir hak olduğu, körlüğün yapmak istediklerimize engel olan bir karakteristik olmadığı inancını taşıyan veya taşımak isteyen tüm aktivistler için yazıldı. Eşit, erişilebilir, engelsiz bir hayatın mümkün olduğu ve temel bir hak olduğunu düşünen herkesi cesaretlendirmeyi amaçladı. Umarım daha eşit, daha engelsiz, daha erişilebilir ve farklılıkların daha çok kabul gördüğü bir dünya için çok daha fazla kişi mücadele ederiz.
Engin YILMAZ
İçindekiler
Orlando Günlükleri 1: Bir Erişilebilirlik Balonu Amerikan Rüyası!
Merhabalar. başlarken Amerika yolculuğuna, bunu bir erişilebilirlik yolculuğu diye nitelemiştim.
Yaklaşık olarak 24 saattir Amerika'dayım ve yanıldığımı fark etmem uzun sürmedi. Şu ana kadar iki hava alanı, bir iç hat hava yolu, ve bir şehir içi otobüse rastlama şansım oldu. Evet henüz convention başlamadı. Bu yüzden bazı şeyleri değerlendirmek için erken biliyorum. Ama yine de bir hak olarak erişilebilirliği değerlendirdiğinizde yardım alma dışında pek az şey görebildim.
New York JFK hava limanı tam 8 terminalden oluşan devasa bir yer. Bir çok hava yolu şirketi ve farklı noktaları var. Bu kadar büyük ve göz önünde olan bir yerde erişilebilirlik adına ne var derseniz, hiç desem çok abartmış olmayacağımı düşünüyorum.
En azından görünür erişilebilirlik adına bir şey göremedim. Hiç bir kılavuz iz veya tırtıklı zemin yok örneğin. asansörlere bir zahmet Braille koymuşlar ama ses duyamadım. Bir çok yerde yürüme bandı ve yürüyen merdiven var ama yine bunları belirtecek bir işarete rastlayamadım. yalnızca bazı yürüme bantlarında "bandın sonuna yaklaşıyorsunuz, dikkatli olun" tarzı bir sesli uyarı duydum.
Muhtemelen yardım odaklı bir çalışma vardır, bunu soracağım, yani randevu aldığınızda size yardım ediliyordur, veya genelde personel sıcak, ama kişinin tek başına, kimseden yardım almadan hareket etmesine yönelik görünür bir erişilebilirlik çalışmasına rastlamamak düşündürücü bence.
Sevda ile New York Hava alanına geldikten sonra, Orlando için Jet Blue adlı bir iç hat uçağı kullandık.
Oldukça komik ve amatör. Bizdeki en kötü hava yolu şirketi bile kıyaslanamayacak kadar daha profesyonel bu konuda. anlattığım şey genel olarak da böyle, erişilebilirlik bakımından da. Evet uçağa kadar size biri refakat ediyor da, Braille emniyet kartı, size kişisel bir brifing yapılması, tatlı bir masal. Dolmuşa biner gibi uçup gidiyorsunuz.
Zorlu bir yolculuk sonrası kalacağımız otele ulaşınca erişilebilirlik adına yine beklediğim bir şey göremedim.
Önce iyi şeylerden başlayayım. Tüm otel odaları ve asansörler Braille olarak da etiketlenmiş. Yani odanızı bulmakta güçlük yaşamıyorsunuz. ancak asansörlerde sesli uyarılar yok. Fakat bunu bir nebze telafi edecek bir şey yapmışlar ki, bence bizde de mutlaka olması gereken bir husus) asansörden inince, hemen sol tarafınızda, Braille olarak kat numarası da yazıyor. böylece hangi katta olduğunuzu kolayca anlıyorsunuz.
Otel içinde bir sürü restoran var. Ve hepsinin menüleri ve fiyatları NFB Convention web sayfasında detaylı biçimde bulunuyor.
Ayrıca restoran menülerini Braille olarak da basmışlar. ama çok amatör bir basım. Yemek başlıklarını kolayca bulmak sıkıntılı. Bence erişilebilir Braille basımı da önemli bir iş ve saldım çayıra Mevla’m kayıra biçiminde olmamalı. Körler Notepad görünümünden daha fazlasını hak ediyor bana kalırsa.
Otelin erişilebilirliği noktasında daha fazla bir şey söylemek pek mümkün değil bu aşamada. Günlüğümün ileri ki günlerinde daha fazla şey yazma şansım olacak diye umuyorum.
Bu kısa sürede şunu söyleyebilirim ki, bir kaç Braille etiket dışında, erişilebilirlik adına özel bir çalışmadan söz etmem kolay değil.
Burada bir noktayı dile getirmek önemli kanaatimce. Otel personelinin ve genel olarak sokaktaki insanların engellilere karşı tutumlarını gözlemleme şansım oldu uzun hava alanı saatleri boyunca ve otele giriş yaptıktan sonra. Bence şu ana kadar ki söyleyebileceğim en iyi şey bu. insanlar zorla kolunuza yapışmıyor. istemediğiniz bir yere sizi zorla yönlendirmiyor, ama yalnız olmadığınızı da hissettiriyorlar, herhangi birinden yardım istediğiniz an, kişi elinden geleni yapıyor, yakınsa, sizi aradığınız yere kadar götürüyor veya detaylı tarif yapıyor. Her şeyden önemlisi, bunu bir sadaka kültürü içinde değil, gerçekten samimi biçimde yapıyorlar.
Örneğin şu an bu satırları bir alış veriş merkezinde, iPhone ile kaleme alıyorum. Sevda ve deniz kıyafet deniyorlar, onlara sövüp ne işim var burada demektense, ben de bu günlüğü yazmaya başlayayım dedim. Çünkü başka zaman vakit bulamayabilirim. Her neyse, Deniz otelde bir görevli buldu, ve Sevda ile süper bir strateji belirlediler, gideceğimiz outlet Center içinde ilgilerini çeken yerleri broşürden buldurup oteldeki bir görevliye tek tek işaretlettirdiler. Otel görevlisi en az 20 dakika tek tek anlatıp işaretleme yaptı, yetmiyormuş gibi, bizimle alış verişe gitmek için kullanacağımız otobüs durağına kadar da geldi. Bunu yaparken, hiç bir art niyet, hiç bir samimiyetsizlik hissetmedim. aynı biçimde, otobüste karşılaştığımız yolcularla da gidene kadar sohbet ettik. alış veriş merkezine gelince ki, burası meydan alış veriş merkezine benzeyen, açık havada bir çok dükkanın sıralandığı bir yer, her dükkandaki görevli, aynı rahat ve samimi tutumu gözlemletti bana.
Şimdi Sevda ve deniz, stratejileri gereği, her dükkandan çıkarken, bir sonraki en yakın dükkanı burada soruyorlar ve oraya gidiyorlar. Ben de bu süreci bir işkence olmaktan çıkarmak için bu günlüğün ilk bölümünü yazıyorum.
Sonuç olarak ilk 1 buçuk günü şöyle bir değerlendirirsek, burada erişilebilirlik adına ciddi beklentileriniz varsa, Amerikan rüyasının kocaman bir balon olduğunu göreceksiniz. Ama gönüllü olmanın ve insan ilişkilerinin sözde değil özde olduğunu da göreceksiniz.
Bakalım 5 temmuzda başlayacak NFB Convention ve körlerin hayata bakışlarından neler anlatabileceğim size.
Orlando Günlükleri 2: : Kedi Resmi Yapmak
Merhaba Dün itibariyle, Çünkü bu günlüğü ertesi sabah yazmaya başladım, NFB etkinlikleri resmen başladı. İlk üç gün yoğun bir etkinlik takvimi oluyor bu kongrede. Toplam 18 civarında salon, Convention center denen alan, birinci katta bulunan büyük toplantı salonu gibi yerlerde 20 civarında noktada ayrı ayrı toplantı, seminer, gösterim veya etkinlikler oluyor. Yani dolu dolu geçiyor. Bu etkinlikler arasında, benim daha çok ilgi gösterdiğim teknolojik konular olduğu gibi, Öğrencilerin kendi toplantıları, iş veren ve iş arayanların buluştukları kariyer günleri tarzı toplantılar, rehabilitasyonla ilgili kongreler, Kör çocukların eğitimi ve anne babaların katıldıkları etkinlikler gibi bir çok konuda farklı toplantılar oluyor. Hepsine katılmak mümkün değil elbette. Aradan seçmek zorundasınız. Bunun için de NFB bir dizi çalışma gerçekleştirmiş. NFB sayfasının Convention başlıklı bölümünde etkinlik programını Word veya PDF olarak bulabiliyorsunuz. Buradan etkinlikleri önceden inceleme şansınız oluyor. Ama daha güzel bir şey yapmışlar. Tüm etkinliklerin olduğu bir iPhone takvimi hazırlamışlar. Bunu telefonunuza indirip tümünü ekle dediğinizde, takvim uygulamasında o gün olan tüm etkinlikleri görebiliyorsunuz. Etkinliğin içine girdiğinizde, notlar bölümünden etkinlik ayrıntılarına da ulaşıyorsunuz. Ayrıca her etkinlik başlamadan 1 saat önce hatırlatma bildirimleri alıyorsunuz. Bence çok çok pratik olmuş.
NFB convention sayfasında başka yararlı şeyler de yapmışlar. Örneğin programın olduğu word dosyasının en sonunda Otel içi dolaşım diye bir başlık açılmış. Burada otelin körcül bir tarifi yapılıyor. Ama tüm tarifler doğu batı kavramı üzerinden yönlerle yapıldığı için pek anlayabildiğimi söyleyemem. Yine de daha dikkatli okunursa, buradan epeyce bir fikir sahibi olmak mümkün.
Bir başka güzel noktada otel içinde bulunan 6 7 restoranın menüleri ve fiyat listelerini ayrı ayrı vermeleri. Buralardan hangi restoranda yemek yemek istiyorsanız, detaylı olarak bakabilme şansınız var. Ayrıca her restoranın Braille ve büyük puntolu menülerini de oraya gittiğinizde veriyorlar. Ama Braille konusunda dün de dediğim gibi başarılı bulmadım basımları. Çok baştan savma geldi bana. Restoran demişken, bir başka günde daha çok detay veririm ama, günün çoğunu aç geçiriyorum arkadaşlar. Burada su bile otel fiyatına dahil değil, her şey çok pahalı ve günümüzü kraker bisküvi falan yiyerek geçirmek zorunda kalabiliyoruz. Umarım tek parça dönebilirim Türkiye’ye.
Otel çok büyük bir alana kurulmuş. Konferansların çoğu ikinci kattaki salonlarda gerçekleşiyor, ama körcül dolaşım rehberi dışında erişilebilirlik adına bir çalışma göremedim açıkçası. Burada Bize sürekli destek olan Deniz ve Nihal’in söylediğine göre 3000 civarında görme engelli bulunuyor. Yani bir salon nerde diye genelde bir köre rastladığınız için o da bilmiyor oluyor ve şansına yürüyorsunuz. Örneğin ben sabaha mobil prodüktivite adlı bir etkinliğe salonu bulamadığım için gidemedim. Neyse ki Sevda gitmiş, Siri kullanımını falan anlatıyorlarmış pek bir şey kaçırmadım. Ancak salonları bulmak, özellikle ilk günler için oldukça zor oluyor. Bu kadar büyük bir kuruluşun, Otel içi temel noktaları gösteren bir harita yaptırmaması, gerçekten ilginç geliyor bana. Onlar daha amatör yöntemleri tercih ediyorlar. Bazı salonların kapısına biri çıkıyor, “Karaoke burada” diye bağırıyor. Yani o salonda yapılacak etkinliğin adını bağırıyor. “Aksaray bir iki binmeyen kalmasın” tarz bir sistemle salonları bulmayı kolaylaştırmaya çalışmışlar, ama çok daha fazlası yapılabilirdi kesinlikle. Biz Engelsiz Erişim olarak yarışma için tüm alana kablo döşemeyi düşünmüşken, zaten burada zorunlu olan Braille etiketler dışında erişilebilir navigasyon adına ciddi bir çalışma görememek garip gerçekten de.
Gelelim biraz katıldığım etkinliklere. Güne Freedom Scientific’le başladım. Oldukça kalabalıktı, ama yeni bir şey de yoktu. Erric Damery, Ki JAWS deyince ilk akla gelen kişilerden birisi, neredeyse açık açık mümkünse Windows 10’a geçmeyin dedi. Burada edge adında yeni bir internet tarayıcısı geliyormuş, ve Maalesef erişilebilirlik desteği çok kötüymüş. Allahtan Internet Explorer halen olacakmış. Bunun dışında JAWS 16 içinde nelerin yeni olduğunu anlattılar. Bilmediğimiz bir şey yoktu bence. Toplantıda ilginç bir üçüncü parti uygulamadan da bahsettiler. Adı Leasey. Hartgen Consultancy tarafından geliştirilen bu uygulama, bilgisayarı ilk kez kullananlar için Jaws’ı çok basit ve hızlı kullanımla ilgili bir şeyler yapıyor. Açıldığında “Ne yapmak istiyorsunuz” diye bir menü çıkıyor ve buradan, yazı yazmak, e-postaları kontrol etmek, radyo dinlemek, müzik dinlemek tarzı seçenekler arasında oklar yardımıyla dolaşıyorsunuz. İnternet sayfalarına ve klasörlere kısa yollar falan ekliyorsunuz. Elbette şu an yalnızca İngilizce maalesef. Ama biraz üzerinde durmak faydalı olabilir, Çünkü bilgisayarla yeni tanışan birinin sürece daha hızlı hakim olmasını sağlayabilir Sanki. Toplantı sonunda Erric’le ayak üstü konuştuk. Çarşamba günü için bir röportaj ayarladım. Bir aksilik olmazsa, doğrudan onun sesini duyurmaya çalışacağım.
Öğleden Sonraki ikinci etkinlik kariyer günleri etkinliğiydi. Mahşeri kalabalık bir salon. Kenarlarda işverenler masalar kurmuşlar. Siz tek tek masaları dolaşıp onlardan bilgi alabiliyorsunuz, dilerseniz CV bırakıyorsunuz. İş verenler arasında genellikle farklı eyaletlerin eğitim ve rehabilitasyon merkezlerini görebildik. Eyaletlerde görmeyenler için bireysel eğitimler ve rehabilitasyon çalışmalarını yoğunlukla gördüm. Bunun yanı sıra oracle, View Plus gibi teknoloji firmaları da oradaydı. Oracle Üzerinde Braille yazı olan çikolatalar ikram etti bize, çok sevdik. Ayrıca bir de üzerinde Braille oracle yazan anahtarlıkları vardı. Deniz ve Nihal’in dediğine göre burada epeyce bir insan iş bulabiliyorlarmış. Bence oldukça yararlı bir çalışmaydı.
Gün içinde katıldığım son etkinlik Dokunsal grafikler üretmeyi anlatan bir atölye çalışmasıydı ve çok zevkliydi. Burada çocuklara dokunsal grafiklerin nasıl öğretildiği anlatıldı önce. Buna göre eğer mümkünse, önce nesnenin kendisi, sonra 3 boyutlu bir maketi ve sonra da 2 boyutlu çizimi kişiye gösterilmeliymiş. Aşırı ve gereksiz detaylardan kaçınmak gerekiyormuş. Bunları anlattıktan sonra, bize Scatch Pad adında yumuşak dokulu bir şey verdiler. Bunun özel bir kağıdı var ve kalemle üzerine çizim yaptığınızda kağıdın üzeri kabarıyor. Örneğin bunun üzerine daha önce alınmış 3 boyutlu bir kedi resmi koyuyorlar ve siz onun dışını veya içini çizerek aynı resmi çizmiş oluyorsunuz. Bu şekilde görmeyenlere bütün şeyleri çizmeyi öğretebileceklerini iddia ediyorlardı ve bence dünün en zevkli semineri buydu.
Üçüncü günde, Microsoft Erişilebilirlik çalışmaları, Toyota Robot çalışmaları, KNFB atölyesi, Görme engelli müzisyenler gibi etkinlikler var. Bakalım size daha neler anlatabileceğim.
Sevda Bozbey Yılmaz: Körler ve İş bulma Süreçleri
Merhabalar. Sanırım artık yavaş yavaş Amerika'ya alışıyorum. Henüz çok yoğun seminer programları nedeniyle Orlando’yu pek dolaşamadık ama merak edenler için söyleyeyim şehrin kokusu Antalya ya da Adana’nın kokusuna benziyor. Gitmiş olanlarınız belki bilir.
Yeri gelmişken kör biri olarak gittiğim mekanların kokusu, dokusu benim için çok önemlidir Aslında. Belki de tam da bu nedenle her hangi bir arkadaşım bir yerden döndüğünde onlara hemen şehrin kokusunu sorarım ben.
Orlando hiç beklemediğiniz bir anda bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı ve birden bire şırıl sıklam olabileceğiniz bir şehir.
Geldiğimiz günden beri bir çok farklı aktiviteye katıldım kendi ilgi alanıma giren. Pazar günü katıldığım ilk seminer, iş arama sırasında sahip olunması gereken profesyonel becerilerden söz ediyordu. Burada bazı konularda örneğin bu becerileri nasıl kazanabiliriz gibi sunumlar yapıldı. Alanında uzman konuşmacılar ve bazı kalantor işverenler iş bulabilme taktiklerinden bahsettiler. Ancak gördüğüm kadarıyla körler için bir iş bulmak veya bir meslek sahibi olmak her yerde bir sorun.
Öğleden sonra ise sabahki seminerin teorik kısmını desteklemek için olsa gerek, pek çok firmanın katıldığı ve masa açtığı, birebir temas kurulabilecek şekilde bir çalışma vardı.
Tüm masaları gezip, teker teker tüm işverenlerle irtibat kurup kendi beklentileriniz veya onların açık ya da açılacak muhtemel pozisyonları için müracaat etme şansı doğmuş oldu. Aslında bir tür kariyer günü diye de tanımlayabiliriz.
Ama dedim ya buradaki gibi Amerika’da da iş bulmak epeyce zor, burda konuştuğum pek çok kişi, eğer kör bir kadın ya da erkekseniz her zaman kendinizi kanıtlamak zorunda kalıyorsunuz ben bu işi yapabilirim diye diyorlar.
Sadece buradaki tek fark belki de bir şekilde iş için görüşmeye çağrılmanız ve en azından kendinizi birazcık da olsa ifade etme şansını bulmanız. Düşünsenize çoğu zaman müracaat ettiğiniz ve söz konusu pozisyonun pek çok beklentisinden daha çok niteliğe sahip olduğunuz halde, CV’nin üzerindeki engelli ibaresini gördükleri anda üstünüz çiziliyor ve havuza atılıyorsunuz.
Orlando Günlükleri 3: : Sırlarla Dolu Bir Robot
Merhabalar. Yavaş yavaş buradaki ortama daha da alışmaya başladım desem doğru bir teşhis koymuş olurum kendimle ilgili sanırım. İlk günlerde yaşadığım bilişsel yavaşlığım galiba
jet Laggeçirdiğim için olmuş. Öyle söylüyor buradaki arkadaşlar. Daha önce hiç jet Lag geçirmediğim için belirtilerinden emin değildim tabi. Her neyse, bugün tüm oteli ve salonları tam manasıyla keşfettim diyebilirim. Öyleden sonra oturum aralarında biraz vaktim oldu, ve salonların olduğu alanda bir tur attım. Her odanın üzerinde Braille etiket olması gerçekten süper bir duygu, öylesine dolaşıp, nerede ne var olayını kimseye sormadan kendiniz keşfediyorsunuz.
Bu sabah erken kalkıp otelin havuzunu kullandık Sevda, Deniz Nihal ve ben. Küçük bir havuz. Ama bir düzenleme hoşuma gitti. Türkiye’de genelde havuzların kenarı boşluktur. Doğrudan suya temas edersiniz. Burada öyle değil. Kenarda hafif bir basamak gibi bir şey var, böylece havuzun kenarından yürürken yanlışlıkla düşme olasılığınız olmuyor. Bir keresinde cep telefonumla birlikte havuza düştüğümü hatırladım. Böyle bir basamak sistemi olsaydı cep telefonundan olmayacaktım o gün.
Her neyse, bu eğlenceli bir saatin ardından bugün resmen başlayan NFB kaydımızı onaylattık. Daha önce internet üzerinden yaptığımız için, yalnızca onaylatmak için ismimizi aldılar ve bize adına banquit denen ve son gün tüm NFB üyeleriyle yenecek olan akşam yemeği için biletlerimizi verdiler. Dün de sözünü ettiğim gibi burada yine görevliler kayıt masası burada diye bağırıyorlardı. Amaç kişilerin kayıt masasını daha kolay bulmaları.
Buradaki görmeyenlerden biraz söz edersem, en çok hoşuma giden özellik herkesin bastonları veya rehber köpekleriyle sürekli bağımsız olarak yürüyor olmaları. Refakatçi kullanan neredeyse yok gibi. Etraf NFB’ye özgü uzun baston sesleriyle dolu.
Kaydın ardından bugün açılan ve ürün satışlarının yapıldığı sergi alanına gittik. Burada Freedom Scientific, Him, Humanware gibi büyük firmalar stant açmışlardı. Onlardan kısa bilgiler aldık. Daha detaylı olarak sergiyi bugün dolaşmak istiyorum. Aynı zamanda sergi alanında her eyaletin NFB temsilcileri masalar açıp dernekleri adına bir şeyler de satıyorlardı. Sergi içinde şu ana dek en çok ilgimi çeken Stant dijital kitap üreten bir masaydı. Burada özellikle, matematik, fizik, istatistik gibi ders kitaplarını erişilebilir olarak ürettiklerini söylediler. Kartlarını aldım. Buraya döndüğümde mutlaka bunlardan edinmek iyi olacaktır doğru örnekler için.
Öğleden sonra yine takvimde işaretlediğimiz etkinliklere katılmaya devam ettim. İlk durağım Microsoft erişilebilirlik salonuydu. Burada çeşitli masalarda odak grupları oluşturulmuş. Ve her masada Microsoft temsilcileri de var. Microsoft ile ilgili erişilebilirlik sorunlarınızı masalarda dile getiriyorsunuz. Ofis sorunlarından Mac ve iOS ofis uygulamalarına Ofis ocr uygulamasından genel sorunlara kadar bir çok konuda görüşlerimi dile getirme şansım oldu burada.
Ardından bugünkü yazıya başlığını veren çok ilginç bir seminere katıldım: Toyota robot çalışmaları. Toyota anlaşılan o ki, uzun süredir kendi robot teknolojilerini kullanarak görmeyenler için yeni bir ürün üzerinde çalışıyormuş. Üründe ilginç özellikler tasarlanıyor. İç ve dış navigasyon yapabilme, çevrenizde bulunan objeleri size tarif edebilme, nokta atışı yaparak bir yerleri bulabilme, örneğin bir salona gittiğinizde boş sandalye olup olmadığını anlayabilme gibi ilginç özellikleri var. Adamlar oldukça iddialı. Ama detaylara girmiyorlar. Herhalde yapmak istedikleri fikrin çalınmasından kaygı duyuyorlar. Ama anladığım kadarıyla sesler ve titreşimlerle ve konuşmayla bilgilendirme yapacak. Bakalım zaman karşımıza nasıl bir ürün çıkaracak. Bekliyor olacağız.
Daha sonra katıldığım seminer KNFB semineriydi. Onlara Türkiye’den selam götürdüm. Anlaşılan bizim kampanyamız orada epeyce ses getirmiş. KNFB yeni sürümünde çoklu dil tanıma desteği, Belgeleri Dropbox içine atabilme gibi yeni özellikler de var. Bunlardan ve genel olarak uygulamanın kullanımından bahsedildi.
Akşama ise Sevda ile yine farklı bir eğitime katıldık: One Touch Defence (Tek dokunuş savunması). Görme engelli olarak yolda yürürken birisi sizi rahatsız etti, veya kapkaç yapma girişiminde bulundu, ya da tacizde bulundu diyelim. Amaç kendinizi erişilebilir biçimde nasıl koruyabileceğinizi anlatmak. Felsefesi karşı tarafa o kadar savunmasız, korkutulabilecek veya çaresiz olmadığınızı göstermek olarak açıklanıyor. Elbette burada tüm detayları sözel olarak anlatabilmek mümkün değil ama, temel prensibi, size dokunan eli ters elinizle dokunup bileği veya parmakları ters çevirmeye, karşı tarafı gerekirse nasıl yere düşürüp kendinizden uzaklaştırabileceğinizi öğrenmeye dayanıyor.
Bununla ilgili sanırım 2 yıl önce bir kongre de yapılmış İstanbul’da. Belki bizde sporla ilgilenen arkadaşlar biliyorlardır. Ama eğitimi veren arkadaş yeterli talep olması halinde seve seve Türkiye’de bu eğitimi verebileceklerini anlattı. Hatta şu An İngiltere’de yaşayan, görme engelli olarak one-touch Defence koçluğu yapan Ümit diye birinden de söz etti. Ümit siyasi nedenlerle Türkiye’de saldırıya uğruyor ve kör oluyor. Ardından İngiltere’ye yerleşiyor ve One-touch Defence koçu olarak tüm dünyada eğitimler veriyor. İlginç bir portre. Türkiye’ye geldiğimizde arkadaşlarla temas kuralım diyorum. Zira kendini erişilebilir savunma ihtiyacı sanırım bir çoğumuz için önemli bir ihtiyaç.
Evet geldik günün sonuna. Ortamla ilgili ses kayıtları ve röportajlar da yapmayı hedefliyorum. Yapabilirsem bunları da paylaşacağım.
Yarın Görme engellilik ve mühendislik konulu çalışma grupları var, bakalım ilginç bir şeyler yakalayabilecek miyim?
Sevda Bozbey Yılmaz: Önyargı duvarlarına çarpmadan nefesinizi bulmak
Bilenleriniz bilir müziğe ne çok ilgi duyduğumu ve özellikle şarkı söylemenin benim için nefes almak anlamına geldiğini. İşte yıllar önce, sanırım lise dönemlerinde, acaba bir ses eğitimi alabilir miyim hatta ileri gidip bir üniversitenin konservatuarının opera şan bölümüne başvurabilir miyim diye bir araştırma yapmıştım ve öğrenmiştim ki hiç bir üniversitenin müzik bölümü kör öğrencileri opera şan veya sahne sanatları diye tanımladığımız alanlara kabul etmiyormuş.
O dönemde bu durum bana o kadar anlamsız gelmişti ki inanmamıştım. Tam da hemen hemen aynı zamanlardı galiba. Bir arkadaşımın ses eğitimi için müracaat ettiğini ve kendisinin enstrümantal bir bölüme kaydolmasını önerip, başvurusunu almadıklarını öğrenmiştim.
Pazartesi günü müzikle ilgili bir seminer olduğunu duyunca koşarak gittim. Tabi ki seminer genel manada benim müzikal bilgimin epeyce altındaydı, ama yakalamışken hocalardan birine sordum: "ABD'deki kör öğrenciler sahne sanatları örneğin opera şan bölümlerine başvuru yapabiliyorlar mı?" sorumu anlamadılar bile. "ne demek istiyorsun? " yani nasıl bir fark olup olmadığını anlamaya çalıştılar. Yani şunu demeye çalışıyorum ki bunu bir hak kaybı ve hak gaspı olarak adlandırdılar.
Oysa yine bundan yıllar önce birkaç kör arkadaşımla birlikte TRT’nin polifonik korosuna katılmak için seçmelere girmiş ama alınmamıştık. Hadi diyelim ki ben sınavda başarısız oldum ama bir diğer arkadaşım seçmelere katıldığımız dönemde lise düzeyinde eğitim veren bir müzik okulunun son sınıf öğrencisiydi. Yıllar sonra öğrendiğimizde ise koro şefinin ben ekibimde hasta istemiyorum dediğini paylaşmıştı başka bir arkadaşım.
Seminerde yine müzikal alandaki erişilebilirlik çalışmaları üzerine konuşuldu. Amatör ve profesyonel kör müzisyenler bir aradaydı. Ayrıca sanırım yanlış anlamadıysam, küçük bir ekip oluşturup performans da sunacaklar. Ama ben ilk kez katıldığım için, şimdilik ekibe dahil olmadım. Daha çok gözlem yapıp önümüzdeki yıl gelirsem onlara katılacağıma söz verdim.
Genç kör müzisyen adaylarına sesleniyorum. Eğer sesle ilgili opera şan veya başkaca sahne sanatları alanında bir eğitim almayı hedefliyorsanız, lütfen ilgili alana mutlaka müracaat edin ve kabul edilmiyorsanız yukarıda anlattığım gerekçeyle, kesinlikle vazgeçmeyin, direnin. Davalar açın ve sosyal medyada, TV’lerde, özellikle dünya basınında yaşadığınız ayrımcılıkları paylaşın ki, mücadeleniz geniş kitlelerce de duyulup desteklensin.
Direnmek gerçekten zordur ve çok can yakar. Ama sonunda kazanacaklarınız dünyayı değiştirir, özgür kılar ve evrensel normlar oluşturur. Ve inanın ki bu evrensel değişimin bir parçası olmak sizi de öylesine büyütür ki, kendi yüreğinize bile sığamaz olursunuz.
Ben şarkı söylerken nefes aldığımı hissediyorum ya, siz de nefesinizi bulun istiyorum önyargı duvarlarına çarpmadan.
Orlando Günlükleri 4: : Telefonda Gazete Okumanın A B C’si
Bir günün daha sonundayım. Yorucu bir gün geçirince erkenden kendimi yatağıma atmışım. Haliyle gece de uyku tutmayıp uyandım ve bugünü kaleme alayım dedim. Aslında günün özeti bolca yaptığım röportajlar dizisi diyebilirim.
Öğleye kadar Convention Center sergi alanındaki stantları daha detaylıca dolaştık Sevda Ve Deniz’le birlikte. Stant içeriklerinden bahsetmeden önce, biraz erişilebilirlik adına ne gibi önlemler almışlar bahsedeyim. Bir kere her masanın üzerinde hem Braille hem mürekkep baskıyla masa numaralarını yazmışlar. Masaya dokunduğunuzda hangi masa olduğunu anlama şansınız var. Bir bilgi alma masası var. Burada sergi salonunun bir kabartma haritasını yapmışlar ve kimin hangi numaralı masada olduğunu tam liste olarak da yayınlamışlar. Bence halen daha fazlası yapılabilirdi ama Bizdeki Engelsiz Bilişim fuarına bakıyorum da, bir görmeyenin stantları daha kolay bulabilmesi için hiçbir önlem hatırlamıyorum ben. Engelliler için yapılan organizasyonlarda erişilebilirliğin hiç önemsenmemesini hazmedemiyorum, kabullenemiyorum.
Her neyse, sergi salonunda iki temel grup gördük aslında. Bir tanesi teknolojik ürünler ve gündelik ürünler satan bildiğimiz firmalar, diğeri de eyaletler. Eyaletler bu vesileyle ne yaparız da oradaki şubelerine para kazandırırız diye düşünüp stant açmışlar. Çoğu, Çikolata, Kraker, çekiliş için bilet falan satıyorlar. Bizdeki eşya piyangosu düzenleyen saçma yapılardan hiç farkları yok gibi geldi. En azından daha yaratıcı şeyler bulabilirlerdi diye düşünüyorum. Ya da bir şey satmayın, doğrudan Eyalet şubemize yardım edin deseler bence daha samimi olurdu. Ha bence çok yaratıcı olanlar vardı aralarında ve gerçekten başarılıydı bana kalırsa. Düşünün Braille takılar, Braille yazılı bardaklar, hatta Braille yazılı sabunlar bile gördük. Hediyeleri de buralardan seçtik açıkçası.
Teknolojik ürünler satan yapılar bildiklerimiz. Bazılarıyla röportajlar kaydettim. Bunlardan birisi American Printing House idi. Elektronik bir daktiloları var. Daktilo derken, buradan Braille olarak yazdığınız yazı doğrudan bilgisayara aktarılabiliyor. Aynı zamanda bilgisayardaki yazıları buradan çıktı olarak da alabiliyorsunuz. Oldukça pratik ve bireysel olarak kullanışlı bir ofis daktilosu ve printerı bence. Perkins de oradaydı. Onların da çok güzel bir ürünlerini gördüm. Yine daktilo, ama aynı zamanda sesli geri bildirim de veriyor. Yani yazdığınız harfleri söylediği gibi aynı zamanda ekranında Latin olarak da gösteriyor. Bu şekilde gören bir anne baba veya öğretmen de çocuğunun ne yazdığını takip ederek ona yardımcı olabiliyor. Zaten Bu Kongreden en çok aklında ne kaldı derseniz, Braille derim tek kelimeyle. Braille yazıya bu kadar önem verilen bir noktada olmak çok iyi hissettiriyor insana kendisini.
Bu arada iki sürpriz yapıyı da gördüm ve röportaj yaptım: Bookshare ve Headley school. Headley school verdikleri eğitimlerden bahsetti. Eğitimler için sesli, Braille veya büyük puntolu materyaller gönderdiklerini, eğitimlerin İngilizce ve İspanyolca olduğunu anlattılar.
Bookshare yetkilisi de 370 binden fazla eseri kataloglarında barındırdıklarını, kitapları elde etmek için bazı yayınevleriyle anlaşmaları olduğunu, diğerlerinin de taranıp proof reading yapılarak sistemlerine konulduğunu, gönüllüler haricinde 50 kişilik bir çalışan grubun olduğunu anlattı. Bookshare içine yurt dışından da üye olunabiliyor, ama maalesef ABD dışından üye olanlara tüm kitaplar açık değil. Çünkü bazı yayınevleri kitapların yurt dışı kullanımına izin vermiyormuş.
Bir de Colorado Center For The Blind Adlı NFB’nin rehabilitasyon merkezlerinden birinde eğitim alan bir kızla röportaj yaptık. Kız 9 aylık bir eğitim programında, Evinde yemek yapmaktan bilgisayar kullanımına, bağımsız hareketten diğer becerilere kadar bir çok şeyi öğrendiğini anlattı bizlere. İlginç bir şey öğrendim röportaj esnasında. Kız az gören birisi aslında ama eğitimlerde gözlerini bağlayıp öyle eğitim alıyormuş. Amaç da Deniz’in söylediğine göre, bir gün gözlerini tamamen kaybederse körcül yöntemleri tam olarak öğrenmesiymiş. Oldukça tartışmalı bir karar gibi duruyor. Örneğin, bildiğim kadarıyla bizdeki eğitimcilerin yaklaşımı kişinin mevcut görmesinin sonuna dek kullanılması yönünde. NFB sanırım farklı bir noktada duruyor. Bir NFB yetkilisiyle Röportaj ayarlama olasılığımız var, eğer yaparsak bunu da soracağım. Yeri gelmişken, Hem Deniz Hem Nihal, bana görüşmeler ayarlamak için sürekli arayış içindeler sağ olsunlar. Burada yalnız olsak sudan çıkmış balığa dönebilirdim, onlar sayesinde ortamlara daha rahat ve güvenli girebiliyoruz.
Öğleden sonramı yine etkinliklere ayırdım. İlk olarak News Line Denen NFB’nin telefonda gazete ve dergi okuma servisini ziyaret ettim. Orada bana güzel bir demo yaptılar. Sisteme daha çok tuşlu telefonlar üzerinden erişiliyor, ama son dönemlerde iOS uygulamasını da geliştirmişler. Ayrıca web sayfası üzerinden de erişim var. Sistemde kullanıcı ad ve parolanızı girmeniz ardından o günkü hava durumu bilgisi karşınıza çıkıyor. Sonrasında yerel gazete ve dergiler veya ulusal dergi ve gazeteler arasından seçiminizi yapıyorsunuz. Seslendirmeleri bir sentezleyici yapıyor. Farklı sesler seçmek, konuşma hızını ayarlamak, çalan şeyi duraklatıp yeniden başlatmak, ileri geri almak, yeniden arama yaptığınızda dinlediğiniz şeye kaldığınız yerden devam etmek gibi seçenekler var. News Line 20 yıldır devam eden bir hizmetmiş ve 109 bin civarında kişi tarafından kullanılıyormuş. En çok tuşlu telefonlar kullanılarak erişim oluyormuş. Gazetelerin bir çoğuyla anlaşmaları varmış ve onlara haberler düzenli olarak akıyormuş. Bazılarının da bizde olduğu gibi web sayfalarındaki güncellemelerinden bilgi akışı sağlanıyormuş.
Açıkçası Hayal ortağım, Sestek ve Telefon kütüphanelerindeki teknoloji daha yeni. Ses tanıma özelliği de var bizde. Ama güncellemeler hak getire. Telekom ve Sestek uzun süredir güncellenemiyor ve bununla ilgili bir şey yapamıyoruz. Hayal ortağıma da yalnızca cep telefonlarından ve kısıtlı da olsa bilgisayarlardan ulaşılabiliyor ve haber güncellemelerinde ciddi sorunlar olduğunu duydum. Ayrıca News Line içinde neredeyse tüm gazeteler varken, bizdekiler de mış gibi yapmanın ötesine geçemiyoruz bile. Bence bu tür bir hizmetin bizde istenen düzeye çıkmamasının en temel nedeni, proje sahiplerinin bir dernek veya kamu kuruluşu değil, şirketler olması. GETEM Telekom’un yapacağı güncellemelere müdahale edemiyor. Sestek projesi tam bir gerçek proje haline gelemedi, Hayal Ortağım bir nebze daha iyi ilerlemekle birlikte, orada da her şey yolunda değil. Bu tür devamlılık gerektiren projelerin doğrudan alandaki STK veya kurumlarca yürütülmesi, onlar tarafından kontrol edilmesi, şirketlerin yalnızca sponsorluk yapması halinde sağlıklı işleyen bir telefon kütüphanesine kavuşma şansımız olacak. Aksi halde göz boyamanın ötesine geçebileceğimizi sanmıyorum.
Yaptığım tüm röportajları ses kaydına aldım. Döndüğümde peyderpey bunları da paylaşacağım.
Katıldığım son etkinlik Görme Engelli Mühendislerin alt grup toplantısıydı. Sıkı durun Microsoft’tan size birkaç haber. Mac üzerindeki ofise Voice Over desteği gelmiş. Yeni ofiste Şerit menüsüne bir arama özelliği de geliyormuş. Alt+Q yaptığımızda çıkan arama alanına istediğimiz şeyi yazıp o işlemi yapabilecekmişiz.
Son olarak Microsoft da Beacon teknolojisiyle navigasyon yapma üzerinde çalışmalar yapıyormuş.
Bitirmeden dikkatimi çeken bir noktadan da söz edeyim. Buradaki körlerin neredeyse hepsi iPhone kullanıyor ama burada Apple yok. Microsoft var, Google Var ama Apple yok. Toyota bile var, UPS var, yani farklı alanlardan farklı firmalar var, ama Apple yok. Son dönemlerdeki en erişilebilir çözümü sunan firma yok. Bunun nedenini oldukça merak ettim doğrusu. Acaba Microsoft burada diye mi gelmediler, aralarında bir anlaşmazlık mı var? Hakikaten şaşırtıcı bir şey bence. Bir şeyler duyarsam sizlere fısıldayacağım.
Evet yarın yepyeni bir gün başlıyor. Artık alt etkinlikler çoğunlukla sona erdi, genel toplantılar olacak 3 gün boyunca. Ve yarın sabah Guinness rekorlar kitabına girmek için büyük bir şemsiye oluşturacağız. Bakalım rekoru kırabilecek miyiz? Ne yazacağız, yarın anlatacağım.
Sevda Bozbey yılmaz: tek sınır kendiniz olabilirsiniz
Benim için baş döndürücü olan bir seminere katıldım. Seminerin konusu, bilim ve mühendislik alanında öğrenci veya çalışan körlerle, alandaki erişilebilirlik çözümleri üzerine konuşmak, ve bilim insanlarının çalışmaları sırasında kişisel deneyimlerini paylaştıkları oturumları içeriyordu.
Evet yanlış anlamadınız arkadaşlar size kimyager, biyolog, fizikçi, matematikçi ve medikal alanında lisans, yüksek lisans, doktora ve tüm bunları tamamlamış kör bilim insanlarından bahsediyorum. Üstelik bir de tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ABD’nin dört bir yanından gelmiş konferans yapıyorlar ve çalışmaları esnasında karşılaştıkları sorunları tartışıp birlikte çözüm üretmeye çalışıyorlar.
Pek çok grafiği, matematiksel sembolleri, diyagram ve geometrik şekilleri elektronik veya çok basit bir aletle dıştan dokunulduğu zaman kabartılı olarak anlaşılır şekilde çizerek her türlü işlemi yapabiliyorlar.
Yıllar önce bir öğretmenime demiştim ki hocam, ben aslında sözel bir bölümü okumak istemiyorum ve fizik derslerini hep tahtada yapıldığı için hiç anlayamıyorum, ama aslında çok okumak istiyorum. Üniversite sınavına üç ay kala o da bana sakın böyle bir şey yapmaya kalkma demiş ve benden şahsi normları çerçevesinde aslında başarılı olamayacağımı ifade etmeye çalışmıştı kendince. Ama sorun şu ki başarılı olmuş ve beni bu çılgın kararımdan vazgeçirmişti.
Tüm bunları neden yazıyorum? Lütfen bir kör olarak kimsenin size neyi yapıp yapamayacağınızı söylemesine asla izin vermeyin. Çünkü tek sınır kendiniz olabilirsiniz.
Yazılarımda sıkça üşenmeden hep kör veya körlük kavramını kullanıyorum. Çünkü körlük benim için bir kimlik anlamına geliyor. Yani tıpkı kimimizin sarışın ve kimimizin esmer, kimimizin şişman veya kimimizin zayıf olması gibi bir nitelik bence. O nedenle kıymetli arkadaşlarım benim kendime kör deyişimden sizin utanmanızı gerektirecek bir durum bulunmuyor. Anlaştık mı?
Orlando Günlükleri 5: : Live The Life You Want (İstediğin Hayatı Yaşa)!
Beşinci Orlando gününün sabahında, 2480 kişi tarafından açılan şemsiyelerle kırdığımız dünya rekorunda, birlikte oluşturduğumuz mozaikle bu sözleri yazdık: “Live the Life You Want (İstediğin Hayatı yaşa). Peki ne demek istediğin hayatı yaşamak? Ne kastediliyor olabilir? Gelin bu gün yaşadıklarıma kulak verelim ve bu sorunun yanıtını arayalım.
Beşinci güne erkenden uyandık. Gerçi ben her gün erken uyanıp bu günlükleri yazıyorum ama dördüncü günlüğü o günün akşamı yazabilmiştim. Bu sabah, saat 07:00’da tüm NFB Convention katılımcıları aşağıya otelin garajına indik. Bizi sayabilmeleri için hepimize bir bileklik taktılar önce. Dışarı çıktıktan sonra da her birimize şemsiyeler dağıtıldı. Kuyruk o kadar çoktu ki, herkesin dışarı çıkması ve istenilen dizilime geçebilmesi yaklaşık 2 saatlik bir zaman aldı. Her şey hazır olunca, “NFB” komutu verildi ve alandaki herkes şemsiyecini açtı. 5 dakika boyunca bir hava aracı bizleri çekerek tam sayıyı belirledi. İyi de amaç neydi diyeceksiniz. Amaç bugüne kadar ki en büyük mozaiği oluşturarak Live the Life You Want sözünü tüm dünyaya haykırmaktı. Öğrendik ki, daha önce 2170 kişi Çin’de benzer bir şemsiye mozaiği oluşturmuş. Heyecanlı bir bekleyiş sonrası bir Guinness yetkilisi açıklamayı yaptı: 2480 kişi bir Mozaik oluşturmuş ve dünya rekoru kırılmıştı.
Ama niye böyle bir tantana koparılıyordu? İstediğin hayatı yaşayınca ne oluyordu? Bu soruların yanıtını Öyleden sonra 1 saati aşkın bir konuşma yaparak Presidential Report (Başkanlık raporu) denen raporu açıklayan NFB Başkanı Mark riccobono faaliyetlerini anlatırken vermiş oldu. Bu konuşmadan bazı notlar çıkardım. Bakın NFB neler yapmış bir yıl içinde.
İstihdam ve Erişilebilirlik:
NFB’nin gündemini en çok meşgul eden konulardan birisi Eşit istihdam ve iş yerlerindeki erişilebilirlik olmuş. Her şeyden önce, burada çok ayrımcı bir yasa varmış. Korumalı iş yerlerinde engellilere normalden daha düşük maaş veriliyormuş. Eşit işe eşit maaş sloganıyla bir çok davalar açılmış, yüksek mahkemelere gidilmiş. Bir çoğundan da olumlu sonuçlar alınmış. Zaten NFB çalışmalarını gözlemlediğinizde genellikle mahkemelere gidip davalar açtıklarını ve bu biçimde bir çok hak kazanımı yaşadıklarını göreceksiniz.
İş yerleriyle ilgili ikinci uğraştıkları temel konu erişilebilirlik. İş yerlerindeki yazılımları erişilebilir olmayan bir çok iş yerine davalar açılmış ve kazanımlar elde edilmiş. Riccobono “Kimse körlüğünden dolayı istediği işi herkesle eşit biçimde yapmaktan alı konamaz” diyor. İşte istediğin hayatı yaşamak, dilediğin işi herkesle eşit yapabilmek demek. İşe alınırken ve çalışırken ön yargılara maruz kalmamak, erişilebilirlik eksiklikleri yüzünden zor duruma düşmemek demek. Riccobono “Teknoloji ve erişilebilirliğin birbirlerinin karşıtı olmadığını herkese kanıtlayacağız” diyor. Aslında benzer şeyleri söylüyor, benzer şeylerle uğraşıyoruz. AMA NFB meseleleri vaka vaka ele alıyor ve davalar açarak hak kazanımlar elde ediyor.
Eğitim ve Erişilebilirlik:
Riccobono’nun üzerinde durup özellikle vurguladığı ikinci başlık eğitim hakkı oldu. Burada da halen engellilere gerekli alt yapıyı sağlamayan okullar, gerekli teknolojik çalışmayı yapmayan eğitim kurumları var. Bu konuda da bir çok davalar açılmış ve müfredatı ve kullandıkları teknoloji erişilebilir olmayan bir okul sistemini erişilebilir hale getirmiş. Riccobono Teknoloji şirketlerinin başarısızlıklarının ve üniversitelerinin isteksizlikleriyle mücadele ettiklerini ortaya koyuyor ve “Körlere İkinci sınıf eğitim kabul edilemez” diyor. Hiçbir üniversitenin web sayfasının erişilebilirlik sorunu yaşamaması için verilen mücadeleleri anlatıyor.
Arkadaşlar, zaten burada bir çok kör mühendis, fizikçi, kimyager, Biyolog, matematikçi ve benzeri bölümlerde eğitim almış, akademisyen olmuş kişiyle karşılaşıyorsunuz. Böyle insanlara rastlamak sıradan bir olay. O yüzden İstediğin Hayatı Yaşamak kavramını buradan okumak gerekiyor Riccobono’nun sözlerini de duyunca. İstediğin hayatı yaşamak, İstediğin eğitim kurumuna, herkesle eşit ve erişilebilir biçimde girebilmek demek. Uzman diye geçinen ama engellilerle ilişkisini bir patronaj sitilinde üstün kişi gibi gören hödüklerin bakış açısıyla değil, Bizzat engellilerin karar mekanizmalarında yer alarak diledikleri meslekleri seçebilmeleri, körlüklerinin yapmak istediklerine engel olmaması demek. Bu nedenle burada sürekli beklentilerin yüksek tutulması, hayallerin gerçeğe dönüştürülmesi gibi söylemler ortaya konuluyor. Ve bunlar, sırf laf olsun diye söylenmiyor, bunun için sürekli farklı ve yeni adımlar atılmaya çalışılıyor. Bir de bizim derneklerin birbirinden yalaka, birbirinden korkak tutumlarını düşünün. İşte istediğin hayatı yaşamak aslında körlüğün bir eksiklik değil farklılık olduğuna gerçekten inanmaktan geçiyor.
Eğitim alanında profesyonel sınav şirketlerinin erişilebilirliğini sağlamak için de son dönemlerde bir çok dava kazanmışlar. Hatta Convention içinde bir şirket vardı sergi salonunda. Deniz onların Matematik sınavlarının erişilebilir yapılmasıyla ilgili bir pilot çalışmasına katıldı. Daha yapılacak çok şeyleri var diyor, ama umut verici bir başlangıç yapmışlar. İşte istediğin hayatı yaşamak herkesle aynı sınavı erişilebilir yöntemlerle alabilmekten geçiyor. Riccobono “Artık erişilebilirlik eksiklikleri kör öğrenciler için bir bahane olamayacak” diyor. Erişilebilirlik sözümüzdeki ilgili bölümü birlikte hatırlayalım mı? “Bir gün herkesle aynı anda, erişilebilir biçimde her eğitim kurumuna girinceye”. Anladığım ve gözlemlediğim NFB’de aynı doğrultuda mücadele ediyor.
Ulaşım ve Erişilebilirlik:
Riccobono ulaşım konusunda özellikle son dönemlerde sayıları artan bilgi veren ve işlem yapılabilen dokunmatik ekranlı cihazların erişilebilirliği üzerinde durduklarını anlatıyor. Bu tür şirketlere karşı yine davalar açıp kazanmışlar. Bu yıl içerisinde ilgili dokunmatik ekranların erişilebilir hale geleceğini müjdeliyor NFB üyelerine. Yani İstediğin hayatı yaşamak bir yere giderken hiçbir teknolojinin sizi engellememesi anlamına geliyor.
Bilişim ve Erişilebilirlik:
Riccobono son dönemlerde Google ve Microsoft’la yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlar verdiğini anlatıyor. Halen sorunlar olmakla beraber bu iki şirketin de erişilebilirliği daha iyi anladıklarını ifade ediyor. Zaten her iki şirket de convention içinde yer alıyorlardı. Bakalım ileriki günler neler gösterir bize. Ama istediğin hayatı yaşamak, Herkesin kullandığı yazılım, donanım ve web sayfalarını körlerin de aynı biçimde kullanabilmesi anlamına geliyor. Bu konuda web sayfalarının ve iOS, Android gibi sistemler üzerinde çalışan uygulamaların erişilebilirliği konusunda da yapılan çalışmaları anlatıyor. Sahi bizim Federasyon ve konfederasyonlar için teknolojiden anlayan, bu konuda politika geliştirebilecek nitelikte kaç kişi var acaba?
Bu arada halen seçimlerin erişilebilirliği noktasında yol alamamış eyaletler olduğundan bahsediyor Riccobono. Bunun için tüm elektronik oy sistemlerinin erişilebilir olması yönünde yine davalar açıp kazanmışlar. Riccobono yine burada güzel bir söz söylüyor: “Körler sıralarını beklemeyecek”.
Aslında konuşmada daha bir çok noktadan bahsediyor Riccobono. Örneğin bir mahkemenin körlerin Ebeveyn yeterliliklerine sahip olmadığını iddia ederek kör bir babaya çocuğunun vekaletini vermemesi üzerine yaptıkları ve kazandıkları mücadele bunlardan biri. “Kimse Körlerin Ebeveynlik yeteneklerini sorgulayamaz” diye haykırıyor Riccobono.
Sonuçta bugünle ilgili anlatabileceğim başka şeyler de vardı aslında. Örneğin Erric Damery ile görüşme yapmayı başardım. Vital Resources adlı erişilebilir dijital matematik istatistik kitapları yapan bir firmanın çalışmalarını yine bir kayıtla aldım. Ama hepsi aynı noktanın özeti aslında. İstediğin hayatı yaşa. İstediğin hayatı yaşamak, körlük nedeniyle dilediğin hiçbir şeyden geri kalmamak, körlüğün hayallerine engel olan bir unsur olmadığını içselleştirmek anlamına geliyor. İstediğin gibi yaşamak, otobüste istersen oturmama hakkı demek oluyor, istediğin hayatı yaşamak, bir kuyrukta herkesle eşit biçimde sıra beklemek, ama sıra numaralarını sesli de duyabilmek demek oluyor. İstediğin gibi yaşamak, ister fizik, ister tıp okuyabilmek anlamı taşıyor. İstediğin gibi yaşamak, eşit, erişilebilir, engelsiz yaşamak demek oluyor. Ama bunu sloganlarda ve tabelalarda değil, özde yaşayabilmek al-anlamına geliyor.
Orlando Günlükleri 6: : Korkmayan Birini Ezemezsin!
Merhabalar. 8 Temmuz Çarşamba gününden bu yana convention içerisindeki paralel oturumlar dediğimiz her salonda başka etkinliklerin olma durumu büyük ölçüde sona ererek kendisini genel oturumlara bıraktı. Ben de bu genel oturumlarda NFB’nin tam olarak nasıl bir felsefesi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Örneğin sabah oturumunda aday gösterilip seçilen yeni NFB yönetim kurulu üyelerini gördük. Bu üyelerden birisi teşekkür konuşmasında, NFB ile 2003 yılında ayrımcılığa uğrayarak işini kaybettikten sonra tanıştığını anlatıp nasıl bir mücadele verdiklerini kısaca belirttikten sonra konuşmasını bu güne başlığını veren sözlerle tamamladı: “Korkmayan birini ezemezsin”. Bu sözü günün manşeti olarak belirlemek istedim, çünkü NFB’nin körlüğe bakışına buradan başlayarak bir yolculuk yapmak yararlı olacak.
Sakatlıkla ilgili bir çok model var. Bunlardan ilki 19. Yüzyıl ortalarıyla hakimiyet kuran tıbbi model. Bu modele göre, sakatlık tedavisi olmayan bir hastalık ve bireysel bir trajedi. Uzmanların ve rehabilitasyon kurumlarının görevi kişiyi olabildiğince normalleştirmeye yaklaştırmak olarak niteleniyor. Bu modelin etkisiyle 19. Yüzyıl sakatlarla ilgili açılan bir çok hastane ve izole edilmiş kurumlara şahitlik ediyor. Faucault sakatlarla ilgili yaklaşımları iktidarın bedeni sınıflayarak kontrol etme arzusu olarak niteliyor. Buna göre normal ve anormal kavramları yaratılarak işgücü ve İktidar için bir kontrol mekanizması oluşturulmuş oluyor. Tıbbi model ve uzmanların sakatlar üzerindeki hakimiyeti 1970’li yıllara kadar bu şekilde devam ediyor.
1970’li yıllar ise aslen akademiden doğmayan, o dönemdeki kendileri de sakat olan aktivistlerin artık bir şeylere dur demesiyle ortaya çıkan sosyal modelin doğuşuna şahitlik ediyor (Anghrad ve Campbell 2015) (yorumlar bana ait). Finkelstein (1980 ve 2001), Upias (1976) ve Oliver (1990) sosyal modelin temellerini ortaya koyuyor. Buna göre sosyal model sakatlığı ve engellilik durumunu birbirinden kalın çizgilerle ayırıyor. Daha da açarsak, Körlük kişinin biyolojik olarak getirdiği bireysel bir durum olarak yorumlanıyor örneğin. Ancak bunu engel haline getiren şey sosyal bariyerler, toplumsal düzenlemeler ve ön yargılar olarak ortaya konuluyor. Sosyal model ayrıştırılmış kurumlara ve uzmanların sakatlar üzerinde kurmaya çalıştıkları tahakküme kesinlikle karşı çıkıyor ve sakatların kendi kaderlerini belirlemeleri gerektiği anlayışıyla hareket ediyor. Faucault’un da dediği üzere 70’li yılların sakat hareketi o dönemki feminist hareketten de etkileniyor. Ancak Oliver meseleye bambaşka bir perspektif kazandırarak sakatlığın engel haline gelmesinin özelikle sanayi devrimi ve kapitalizmin doğuşu sonrası işgücü için sağlam bedenlere ihtiyaç duyulması sonrası ortaya çıktığını gösteriyor. Bu dönem sonrası sakatlar, diğer ayrımcılığa uğrayan gruplar gibi ezilen sınıfın bir parçası haline geliyor, dışlanıyor ve bir yerlere kapatılmaya çalışılıyor. Yani Oliver ve bir çok sosyal modeli savunan kişi sakatları oppressed (ezilenler) olarak tanımlayarak, sakat hareketinin diğer ezilen kitlelerin hareketleriyle aynı olduğunu belirtiyor. Elbette daha sonra sosyal model de eleştiriler alıyor bazı revizyonlar yapılıyor ancak bizim de benimsediğimiz temel söylem aynı kalmaya devam ediyor: sakatlığı bir eksiklik bir engel yapan şey toplumdaki düzenleme ve önyargılardır.
Hayırdır ne oldu da böyle bir giriş yaptın derseniz, tekrar yazının başlığına dönerek size yanıt vereceğim. Her ne kadar kapitalizmin göbeğinde de olsak, her ne kadar buradaki kör hareketi ve sakat hareketi biraz da tüketici hakları gibi nitelense de , NFB felsefesinde de körlüğün aslında bir ezilme durumu olarak nitelendiğini, en azından böyle niteleyenler de olduğunu görmek önemli bence. Bu savımı ve sosyal modelin çıkışına benzer bir çıkışın NFB hareketinde de olduğunu saba konuşmacılarından Dünya Körler Birliği başkan yardımcısı Doktor Fred Schroeder’in konuşmasına dayandıracağım. Schroeder 1940’lı yılların Amerika’sını ve NFB’nin hangi şartlar altında doğduğunu özetliyor konuşmasında. 1940’lı yıllar sakatlar ve körler için çok çok bunalımlı yıllar tüm dünyada. ABD içerisine iş bulabilen kör sayısı neredeyse yok gibi. Dahası ojeni hareketinin etkisi altında sakatlar. Ojeni üstün ırka inanan, zayıf, hasta ve sakatlardan üstün ırkın arındırılması gerektiğini düşünen, sosyal darvinizm etkisiyle doğan ve Hitler’in sıkı sıkıya sarıldığı bir hareket. Ancak bir tek Hitler değil, dönemi tüm Avrupası ve ABD de ojeni prensibini sakatlara karşı uyguluyor. Virginia Eyaletinde 1924 yılında körlerin kısırlaştırılmasına ilişkin bir yasa çıkıyor. Ve Körlerin kısırlaştırılması zorunlu hale getiriliyor. Bu yasanın 1974 yılına kadar yürürlükte kaldığını biliyor muydunuz?
İşte NFB hareketi bu şartlarda 1940 yılında birkaç eyaletteki körlerin yaşananlara dur demek amacıyla bir araya gelmeleri sonucu doğuyor. Schroeder O dönemin hareketini “Körlere ezilmeye karşın isyanı seçtiler” olarak tanımlıyor. NFB felsefesini düşük beklentilerle mücadele, hayatlarımızı nasıl yaşayacağımıza başkalarının değil bizlerin karar vermesi olarak ortaya koyuyor.
Öğle Yemeğinde Nihal NFB New York City şehrini temsilen convention’a Katılan Arthur ile bir görüşme ayarladı. Tekrar Hem Nihal’e hem Deniz’e tüm destekleri için teşekkür ediyorum. Arthur ile bir saat kadar NFB hareketini konuştuk. Detayları bir başka yazıda anlatacağım. Ama bazı başlıklar önemli bence. NFB 1940 yılında ulusal anlamda körlerin bir birlik kurma amaçları ve Doktor Schroeder’in konuşmasında anlattığı nedenlerle kuruluyor. Bugün her eyalette şubeleri ve eyalet şehirlerinde de Chapter denen alt şubeleri bulunuyor. İlk dönemlerdeki amaç körlere iş bulabilmek üzerinde yoğunlaşmış. Ama en temel amaç düşük beklentilerle mücadele olmuş. Körlerin yapılamaz, yapamazsınız denen şeyleri farklı yöntemler geliştirerek nasıl gerçekleştirebileceklerini kanıtlama peşinde koşmuşlar. Kennet Jernigan onlar için önemli bir figür. Uzun süre NFB başkanlığı yapan ve 1998 yılında aramızdan ayrılan Jernigan’ın özellikle körlük felsefesi, körlüğün bir eksiklik değil bir karakteristik olduğu yönündeki felsefesi NFB’nin bugünkü temel ilkelerinden birini anlatıyor.
2000 yılında Jernigan’ın hayali olan ve öldükten sonra onun adını alan Jernigan araştırma enstitüsü kuruluyor. Bu enstitünün amacı, hayalleri gerçeğe dönüştürecek beklentileri arttıracak projeler üretmek. Blind Driver Challenge (Kör Sürücü Meydan okuyuşu) bu projelerden birisi. Maalesef fon sorunları nedeniyle devam edemese de, “bir körün imkan verildiğinde görsel olmayan teknolojiler kullanarak neler yapabileceğini kanıtlaması açısından önemliydi” diyor Arthur. Bugün enstitü eğitim teknolojileri alanında araştırmalar yapıyor.
Konuşmamızda ABD’de engellilerin istihdam oranlarını da soruyorum. Arthur buradaki körlerin yüzde 70 civarının işsiz olduğunu belirtiyor. Yüksek bir rakam. Ama bundan ilgincini şu biçimde açıklıyor: “İş sahibi olan körlerin yüzde 90’ı Braille alfabesini kullanıyor”. Braille’nin ne derece önemli olduğunu göstermesi açısından ilginç bir örnek.
Arthur’a bir çoğumuzun merak ettiği NFB ve ACB arasında nasıl bir felsefe farkı olduğunu da sordum. Yanıtı beni pek tatmin etmedi ama aktarayım. Arthur NFB’nin daha çok körlerin toplumsal yaşama uyumu üzerinde çalıştığını, ACB’nin ise toplumun kendisini körlere uydurması yönünde faaliyetler sürdürdüğünü anlatıyor. Bunu da birkaç yıl önce ACB tarafından başlatılan paraların erişilebilir hale getirilmesi kampanyasıyla açıklıyor. NFB olarak bu kampanyaya karşı çıktıklarını, çünkü körlerin zaten parayı tanımak ve ayırt etmek için kendi yöntemleri olduğunu, bu nedenle böyle bir yatırım ve kampanyadansa daha önemli konuların gündeme getirilmesi gerektiğini anlatıyor. Tabi ben duruma şaşırıp peki “sarı çizgiler hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sorunca, önce sorumu anlayamıyor. Sağ olsun Nihal çeviri konusunda biraz yardım ediyor ama adamlarda neredeyse hiç olmadığı için, derdimi anlatmakta epey güçlük çekiyorum. Sonuçta, bunun da aslında gereksiz bir maliyet olduğunu çünkü körlerin yolları bulmak için kendi yöntemleri olduğunu alıyorum ağzından.
“Peki Sesli Betimleme” dediğimde ise ilginç ve çelişkili bir yanıt veriyor: “Evet bence çok güzel böyle film izlemeyi seviyorum. Ama çok da gerekli bulmuyorum. İşsizlik gibi bir çok sorun varken, böyle şeylerle vakit kaybetmek doğru değil” mahiyetinde bir yanıt veriyor.
Tahmin ediyorum ki, bu yanıtlar benim gibi sizleri de tatmin etmedi ya da ikna etmedi desem daha doğru. Biraz yapay her şeyden önce. Aynı NFB bir çok web sayfasının erişilebilir olmamasına, bir çok iOS ve Android uygulamasının erişilebilir olmamasına karşı davalar açıp kampanyalar başlatmış mesela. Gerçekten sorun bir yöntem meselesi mi, yoksa, ACB bunlarla ilgileniyor diye var olan bir isteksizlik mi var, yorumu sizlere bırakıyorum.
Ancak Aynı soruyu akşam birlikte yemek yediğimiz Fatoş Floyd’a da sordum. Bilmeyenler için, Fatoş Floyd Boğaziçi üniversitesi mezunu. 1980’li yıllarla birlikte, evlenip Amerika’ya yerleşiyor ve orada rehabilitasyon merkezlerinde koordinatörlük görevi yürütüyor. Uzun süre Nebraska rehabilitasyon merkezinin başında görev yapan Fatoş abla, şimdi Oklahoma rehabilitasyon merkezi körler bölümünün başında bulunuyor. Akşam eşi ve kendisi Deniz, Sevda, Nihal ve beni akşam yemeğine davet ettiler. Teşekkür ediyorum önce bu güzel yemek için. Tabi Türkler birbirimizi bulunca her şeyden konuşma fırsatı da bulduk. NFB ACB farkı konusunda Fatoş abla, biraz tarihçeden bahsediyor. 1960’lı yıllarda NFB içerisindeki bir grup, bazı konularda Devletin rol üstlenmesini ve bazı merkezleri Devlet’in açmasını istiyorlar. O günkü NFB başkanı ise, bir kere kolu devlete kaptırırsak, bir daha geri alamayız ve kontrolü kaybederiz kaygılarıyla buna karşı çıkıyor. Bunun üzerine de Devlet’in rol üstlenmesini isteyen grup NFB’den koparak ACB hareketini oluşturuyor. Fatoş abla bugün özellikle indirimler konusunda itilaflar olduğundan bahsediyor. NFB otobüs ve benzeri yerlerde indirime karşı. Bunun yerine erişilebilirlik istemlerinin ön plana çıkması gerektiğini savunuyor. ACB ise daha fazla indirim taleplerini dile getiriyor. Sanırım bu tartışma da hiç yabancı olmadığımız bir şey.
Sonuç olarak NFB ve ACB arasındaki farkı yine tam olarak anlayabildiğim söylenemez. Kesin bir yargıya varmak için, belki de seneye bir ACB kongresine katılmak yararlı olacak.
Bugün çok uzattım farkındayım ama, Resolution denen, ve NFB’nin gelecek yıl izleyeceği politikaların belirlendiği öyleden sonraki oturumdan bahsetmeden bu günü bitirmem yanlış olur. Dediğim gibi daha önce tartışılıp genel oturuma getirilen ve gelecek yıl NFB’nin yol haritasını belirleyen önermelere Resolution deniyor. Bu yıl 29 resolution tartışıldı ve 28 tanesi kabul edildi. Gelecek yıl NFB’nin uğraşacağı konular arasında Microsoft ve Google sistemlerinin de iOS gibi Braille alfabesini işletim sistemlerine entegre etmesi, kioskların erişilebilir hale gelmesi, seçim kaydı, sosyal sigorta sistemi ve benzeri bir çok alandaki çeşitli web sayfası ve uygulamalarının erişilebilir hale getirilmesi gibi maddeler var. Temel olarak şunu söyleyebilirim ki, burada en çok kullanılan sözcük “erişilebilirlik”. Bu noktadan baktığımızda Engelsiz Erişim ve NFB felsefesi birbiriyle çok benzeşiyor. Ancak Eğer Arthur’un anlattıkları doğruysa, Toplumun körlere değil körlerin toplumsal yaşama uyması noktasında verdiği para örneği tarzı şeyler, bizleri NFB’den ayırıyor.
Son olarak önermelerin oylanması sırasında şahit olduğum ilginç oylama yönteminden bahsedeyim. Önce başkan bir Önerme yani Resolution maddesini okutuyor. Sonra “Söz almak isteyen var mı” diye sorunca birisi “Second” diye bağırıyor. Emin abinin aktarımına göre Second demek, öneriyi destekleyen ikinci bir kişi olduğunu gösteriyormuş. Böylece önerme işleme konulmuş oluyor ve söz alma süreci başlıyor. başkan sonrasında eğer kimse söz almadıysa “Hearing none (Bir şey duymuyorum)” diyor ve “eğer maddeyi kabul ediyorsanız I (ben) deyin” diyor. Herkes “I” diye bağırıyor. Başkan “Karşı olanlar No (hayır)” desin diyor. Bu sefer de varsa, hayır diyenler bağırıyor.
Oy birliği veya ezici çoğunluğun olduğu maddelerde bu yöntem gayet başarılı biçimde çalıştı. Ancak rehber köpeklerin sahiplenilmesiyle ilgili bir maddeye epeyce itiraz oldu. Kişiler lehte ve aleyhte sözler aldı. Sonrasında evet diyenlerin ve hayır diyenlerin sesi de neredeyse eşit çıktı. İşte bundan sonra farklı bir süreç işledi. NFB genel oturumlarında her eyalet ayrı bir sırada oturuyor. Her sıranın başında bir bayrak direği var. Bu bayrak direğinde Braille ve Latin harflerle eyalet adı yazıyor ve her eyalet mensupları kendi sıralarında oturuyorlar. İşte oylama evet hayırla çözülemeyince Her eyalet sırası kendi mensuplarına tek tek sorarak “evet mi hayır mı diyorsunuz” sorusunun yanıtlarını toparladılar. Ve eyaletin görüşü ortaya çıktı. Bundan sonra da her eyalete tek tek soruldu. “Alabama evet mi hayır mı? New York Evet mi Hayır mı?”. Yani her eyaletin bir oy hakkı oldu ve bu sorular sonunda hayır diyenler çoğunlukta olduğu için ilgili önerme reddedildi.
İşte böyle farklı ve kendi içinde erişilebilir bir oylama sistemi getirmişler. Bugün çok konuştum. Bu nedenle artık bitirme ve yeni güne başlama vakti. Bugün kongrenin son günü olacak. Akşam da Banquit denen Herkesin katıldığı bir akşam yemeği yenilecek. Bu son günde, burada gözlemlediğim görme engellilerin tutum ve davranışlarından biraz bahsedeceğim.
Engelsiz ve erişilebilir günler.
Orlando Günlükleri 7: Görmez Değilim, Körüm!
Merhaba. Başlıkta alıntıladığım sözler eski NFB başkanı Marc Maurer’a ait. Maurer genel oturumun öyleden sonraki bölümünde “Körlüğün Doğası” başlıklı yaptığı konuşmasında tam olarak şöyle söyledi: “I am not sighted broken, I am Blind”. Ben bunu görmez değilim körüm diye çevirdim. Farklı da çevrilebilir elbette ama anlam önemli. Körlüğü görme karşıtlığı üzerinden tanımlamamak Maurer hepsinin ayrı bir değeri olduğunu söylüyor.
Size dün de söylediğim gibi bugün biraz burada karşılaştığımız körlerin tutum ve davranışlarından söz etmek istiyorum. Buna bugün görüştüğümüz iki kişi ışığında bakalım. Öğleyin Nihal bize yine çok farklı bir figürü tanıttı: Hoby Wedler. Hoby şu an organik kimyada doktorasını yapıyor. Kimilerine göre organik kimya kimyanın en zor alanlarından birisi, Ama Hoby özelikle laboratuvarları da çok seviyor ve bu alanda çalışıyor. Hatırlayacaksınız muhtemelen bizde de eczacılık fakültesini kazanan bir öğrenciye allem edilip kallem edilip bölüm değiştirmesi için baskı yapılmış ve öğrenci hukuk fakültesine geçmişti. Hoby ile de bir görüşme kaydettim. Kendisi de lisede ön yargılarla karşılaşmış. Kimya hocası bu alanda kariyer yapmamasını öğütlemiş. Ama o ısrar etmiş. Laboratuvarlara bir asistanla giriyor. “Asistanın kimya bilmesi gerekmiyor” diyor Hoby. O yalnızca deney sırasında bana göz oluyor, “benim şu miktardaki sıvıyla, şu miktardaki şeyi karıştırmasını istediğimde ne olduğunu söylüyor ve bilimsel raporu ben yazıyorum. diyor. Bizde ise maalesef geçen Boğaziçi üniversitesinde bir öğrencimize “Bizim deneylerimiz çok hassas, girersen bozabilirsin” tarzı bir şey söylemiş laboratuvar asistanı. Hoby üniversitelerin engelliler biriminin ilgili yardımcı öğrenciyi sağlamak zorunda olduğunu ve bunun için bütçeleri olduğunu da ekliyor.
Hoby’ye Independence science tarzı yerlerdeki laboratuvar malzemelerini kullanıp kullanmadığını soruyorum. “Benim uğraştığım organik kimya çok ileri düzey, onlar temel kimya için yararlı oluyor” diyor.
Hoby ayrıca her yıl lise öğrencisi görme engelliler için kimya kampı düzenlediklerini de anlatıyor. Amaç genç beyinleri bu alanda kariyer yapmaları için motive etmek. Kendisine görme engelli fizikçi, biyolog gibi kişiler olup olmadığını da soruyorum ve “Elbette hepsiyle temas kurmanızı sağlarım” yanıtını alıyorum.
Son olarak Türkiye’de bu tür alanlarda bir şeyler yapmak isteyenlere tavsiyelerini sorduğumda, şöyle diyor Hoby: “Onlara yapamazsınız diyenlere aldırmasınlar, gerektiğinde kavga etsinler ve potansiyellerini gerçekleştirsinler. Görmeyen biri olayları zihninde canlandırabildiği için çoğu zaman daha da avantajlı. Kimse atomları görmüyor ama onlarla işlemler yapıyor”.
Bu sözlere karşı ne denir başka bilemiyorum. Maalesef en son üniversiteler çalıştayında bir çok insanın arkamdan konuşup, engellilerin istedikleri bölüme girebileceğini söylemenin onların zihinlerine yanlış fikirler sokmak demek olduğunu, gerçekçi olmak gerektiğini söylediklerini duydum. Bu yazıyı okuyacak veya okuyan genç ve idealist arkadaşlar, bırakın çevrenizin gerçekçilik masallarını, biraz kendinize inanın ve hayallerinizin peşinden gidin ne olur! Bunun için mücadele etmeniz belki bedeller ödemeniz gerekebilir, ama ya başaramazsam diye çıkmayın yola, ya başarırsam diye çıkın.
Convention sırasında gözlemleme fırsatı bulduğumuz körlere genel olarak baktığımda, neredeyse hepsinin tek başına bağımsız biçimde dolaştıklarına şahit oldum. Yolda yürürken ya bir rehber köpeğe dokunuyorsunuz veya onlarca baston sesi duyuyorsunuz. Bunun ötesinde, Sevda’nın güzel bir gözlemi var: çoğunun duruşları dik. Ayrıca konuştuğunuzda rahat olduklarını ve kendilerine oldukça güvenli olduklarını düşünüyorsunuz.
Bizde maalesef yaşadığı ayrımcılıklar, ailenin, öğretmenlerin ve çevrenin dışlaması tarzı nedenlerle bir görmeyen tipolojisine rastlanıyor. Bu tipolojideki arkadaşlarımızın genellikle başları önde, çekingen ve minnettar bir konuşma tarzı gözlemliyorsunuz. Hafif bir arabesk hava seziyorsunuz. Bağımsız hareketleri ya hiç yok, ya da çok kısıtlı. Başını sağa sola çevirme veya benzeri bir tik de olabiliyor. Derneklere, körler okullarına ve benzeri yerlere gittiğinizde bu durumda olan arkadaşlarımıza rastlama olasılığınız var. Bu, onların suçu değil Tabiki. Eğitim eksikliği, aile ilişkilerinin zayıflığı, motivasyon sorunları böyle olmayı kaçınılmaz duruma getirebiliyor.
Muhtemelen benzer tipolojiler burada da vardır, ama ben pek rastlayamadım. Bu nedenle kendilerine güvenli duruşları, yürümeleri ve konuşmaları daha oturmuş geldi bana ve Sevda’ya. Tabi bunda şöyle bir etki var. Bu kongreye pek az kişi burslu olarak katılabiliyor. Çoğu kişi buraya gelmek için ciddi bir otel parası ve NFB kayıt ücretini ödüyor. Yani beleşten bir organizasyon çıkmış, gidip yiyip içip eyleneyim, gibi bir şey söz konusu değil. Bu da katılımcıları bir çok arkadaşımın sevdiği değimle fil dişi kulelerinde yapıyor.
Örneğin Akşam tüm NFB üyeleriyle birlikte yenen ve Banquit denen kapanış yemeğinde Jesika adında bir müzik profesörüyle tanıştırdı Deniz bizi. Tabi Sevda çok ilgilendi ve epeyce konuştular. Ona bu nota okuma meselesini nasıl yaptığını sordum. Lime ve GoodFeel ikilisinden söz etti. Üniversitede ders anlatırken, öğrencilerden nota istediğinde ücretsiz nota yazma programlarından birinde yazılan notayı xml olarak alıp Lime içine import ediyor yani aktarıyormuş ve buradan rahatça okuması veya GoodFeel kullanarak Braille çıktı alması çok kolay oluyormuş. Jesika “Zaten artık notaların çoğu internette var” diyor ve tek yapması gerekenin bunları Lime içine aktarmak olduğunu söylüyor. Mürekkep baskılı notalar için de asistan öğrencileri kullanıyor. Öğrencilere Lime programının kullanımını öğretmek çok kolay oluyormuş ve istenen nota basit biçimde lime içine yazılabiliyormuş. Bilmeyenler için Lime görmeyenler için erişilebilir olan bir nota yazma ve okuma programı. Bize önerisi de müzik bölümünden öğrenciler bulup lime ortamına nota aktarmalarını sağlamak oluyor Jesika’nın. Son olarak üniversite öğrencilerine müzik anlatırken tahta kullanımını nasıl yaptığını sorduğumda ise projeksiyon kullandığını ve Lime ile yazdığı şeylerin projeksiyona görsel olarak yansıdığını anlatıyor.
Sevgili arkadaşlar, size portreler sunduğumuz kişiler körler okullarında görev yapmıyor, üniversitelerde görev yapıyor. Herkesle aynı eğitimi alıyor veya herkese eğitim veriyor. Ve kendilerince geliştirdikleri çözümleri başarıyla uyguluyorlar. Bu günlüğü yazmaktaki amacım “Bakın NFB ve Amerika’da her şey ne kadar harika” demek değildi asla. Zaten günlüğe bakarsanız, özellikle erişilebilirlik alanında bir çok noktayı da eleştirdiğimi göreceksiniz. Ancak buradaki felsefeyi iyi anlamak zorundayız. Mark Riccobono Akşam yemeğindeki konuşmasında şöyle söylüyordu tekrar ve tekrar: “Körlük bizi eksik veya muhtaç olarak tanımlayan bir karakteristik değil, Aksine bizi daha güçlü ve eşit olarak tanımlayan bir karakteristik”.
Riccobono bir elmas analojisi kuruyor. Buna göre Karbon atomları yoğun baskı altında bir araya gelerek elması meydana getiriyorlar. Bu elmas ham haldeyken, kabaca bir değeri var, ama iyi işlendiğinde, değeri katbekat artıyor. Körleri de elmasa benzetiyor Riccobono. “İşlenmesi bir risk ve değeri düşebilir, ama doğru biçimde işlendiğinde, yani doğru eğitim, doğru körlük yetenekleri, doğru insanlarla karşılaştığında körler de kendilerini parlatıp potansiyellerini gerçekleştirecekler” diyor.
Riccobono ayrıca körler için açılan ayrı enstitülerin ve sözde uzmanların nasıl da hayatlarımızı kısıtladıklarını, bize limitler koyarak, nasıl da neyi yapıp neyi yapamayacağımıza karar verdiklerini, NFB’nin bunlara karşı kurulduğunu da anlatıyor. Bu nedenle ayrı kurumlar ve ayrı noktalar isteyen arkadaşlar, eninde sonunda size konulacak sınırları ve limitleri iyi düşünün. Bu sınırlar siz değil, sözde uzman geçinenlerce size rağmen belirlendiğinde, oturup ağlamak için çok geç olabilir.
Sonuçta Bir convention daha bitti. Dönüyorum özlediğim canım ülkeme. Yüreğimde umutlar var. Yalnız olmadığımızı bilmek, dünyanın başka yerlerinde körlüğün bir eksiklik değil farklılık olduğunu içselleştirip buna göre politikalar belirleyen yapıların olduğunu görmek, erişilebilirlik kavramını birinci öncelik olarak benimseyen başka insanlar olduğunu da görmek, göz yaşartıcı bir umut veriyor insana. Kör müzisyenleri, kör kimyagerleri, kör bilgisayar mühendislerini, biyologları görmek, bizim bile nasıl da kendimizi limitlediğimizi hissettiriyor insana. Ama hepimizin yanıtlaması gereken bir soru var, kendi kaderimizi, ne yapıp yapamayacağımızı kendimiz mi belirleyeceğiz, yoksa birilerine minnet etmeye devam edip üstümüze biçilen dar elbiseyi giymeye mi karar vereceğiz. İstediklerimizi alabilmek için, mücadele mi edeceğiz, yoksa bedenleri sınıflayıp kontrol etmeye çalışanların arzularına boyun mu eğeceğiz. Marc Maurer’in dediği gibi körlüğü farklı bir karakteristik olarak mı göreceğiz, yoksa, görmenin karşıtlığı, bir eksiklik, bir olmamışlık olarak mı kabul edeceğiz.
Bu soruların yanıtları nereye gideceğimizi gösterecek. Günlüğü Yine Marc Maurer’dan bir alıntıyla bitireyim. “Dünya engellilerle daha ilginç bir yer”.