- Yorum ve Yazılar
- 27 Eylül 2013 Cuma
- Toplam Okunma: 12
Türkiye'de bir engelli olarak yaşamak gayet zorlu ve zaman zaman da çıldırtıcı olabilir.
En sıradan bir gereksiniminizi görürken dahi, biri tutup size, "Sen neden sokağa çıktın? Kimin kimsen yok mu?" diyebilir ve sizi bir anda dumura uğratabilir.
"Ne var bunda? Sizi adam yerine, insan yerine koyup sormuşlar." diyen sözlerinizi duyar gibiyiz.
Elbette insanların birbirlerine yardım teklifinde bulunması veya yardım etmesi son derece insani, güzel bir şey.
Ama iş sizin iradenizin dışında cereyan ediyor, kişiler üzerlerine vazife olmayan konularda, insani bir merakın ötesinde adeta üstünüzde bir tahakküm hakkı varmışcasına sözler ederek (tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi) çizgiyi aşıyorsa, işte o zaman biz (lanet körler) kendimizi tutamıyoruz.
Hele öyle anlar gelir ki, karşınızdaki insana, içinde yaşadığınız topluma, hatta aileniz ve en yakın çevrenize dahi rest çekmek, "Sen kimsin! Siz kimsiniz!?" diyecek duruma gelirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesinde bir okul açılışı gerçekleştirildi. Kendilerini eğitim gönüllüsü olarak adlandıran bir çift, engellilerin hizmet alacağı bir okul yaptırmışlar. Buraya kadar her şey normal. Klasik durumlar ve konuşmalar....
Açılış kalabalık, protokol yerini almış, çocuklar belki de niye orda olduklarından habersiz bir an önce şu tören bitse de evimize gitsek havasında....
Tam o sırada sahneye bir milletvekili çıkıyor ve yılın Domates Oskarları'na layık bir konuşma patlatıyor. Özetle şunları diyor Sayın vekil.
"Bu insanlar sokağa çıkamıyorlardı, evlerde saklanıyorlardı. Anneleri babaları bu insanları sokağa çıkarmaya sıkılıyordu, utanıyordu. Ama hükümetimizin 2005 yılında çıkardığı yasa ile biz engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk."
Bazı sözler insana umut ve gayret verdiği için, bazı sözlerse insanlığa utanç verdiği için unutulmazmış ve cehenneme giden yolun kaldırım taşları iyi niyet taşlarıyla döşeli olurmuş.
Siz de anımsadınız mı o utanç verici meclis oturumunu? Hani şu hepimizin milad dediği, çıkartan parti tarafından her seferinde orda burda gururla anlatılıp bolca sömürülen, 7 Temmuz 2012 tarihinde hayata geçecek olan yasayı ötelemenin operasyonu
Ne ironik değil mi? İyi niyet var, engelliyi "adam" yerine koymak var. Bir de az önce bahsettiğimiz hadise ortada.
Vekilin konuşmasına istinaden, niyetinin iyi olduğu açıklamasına bir anlığına dahi olsa inandık diyelim. Ama çok ciddi bir sorun ve sorumsuzluk yok mu ortada? Toplumun, siyasetçinin herhangi bir nedenden veya durumdan ötürü, olaylar karşısında verdikleri tepkiler ile bilinçaltlarındaki asıl niyetler açığa çıkmıyor mu?
İşte tam bu noktada, kişisel olarak sokakta karşılaştığımız, bize, "Sen neden sokağa çıkıyorsun?" diyen kişiyi bağışlayabilir, hele ki eşref saatindeysek (ki genelde öyleyizdir.), Sazı alıp elimize, karşımızdaki insana, onun anlayabileceği şekilde, yaptığının nasıl bir yanlış olduğunu hatırlatıp ve de aynı durumla kendisinin karşılaşsa nasıl hissedeceğini sorup meseleyi tamamıyla değilse bile kısmen çözebiliriz.
Lakin iş milletvekilliği gibi bir makam karşısında ne yazık ki böyle olmuyor, olamazda.
Şimdi biz sayın vekile tutsak desek ki, : "Sizin seçildiğiniz dönemde Biz sizi adam yerine koyduk, size oy verdik. Bizim oyumuz sayesinde bilmem şu kadar maaş alıyorsunuz. Aileniz sizin gözünüzün içine bakıyor, aman canlısı daha çok maaş alıyor.) desek halimiz ne olur?
Empati laf ile yapılmıyor, dayağın acısı geçiyor da, acı sözün izi öyle kolay kolay silinmiyor.
Eskiler susmanın birçok faziletinden ve kişinin hatasını kabul etmesinin erdemlerinden bahseder. Ancak erdem kuru bir laf değil, ancak eylemek ile gerçekleşecek bir tavırdır.
Lakin şu ana kadar ne sayın vekil ne de mensubu bulunduğu partiden samimi bir özür yahut siyasi bir erdem sayılabilecek herhangi bir tavır görebildik.
Evet, perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş. Sayın Ziyaettin Akbulut'u istifaya açıkça davet ediyoruz. Eğer vekil bu faziletten yoksun ise; partisi gereğini yapmalı ve Ziyaettin Akbulut'un AKP çatısı altındaki siyasi hayatını sona erdirmelidir..
Bu ülkede engelli olmak zor vesselam. Milletvekilin, altın yumurtlayan tavuk yerine koydurur, bakanın, "sana iş vermişiz daha ne istiyorsun?" der, kör olduğun için okula kabul edilmezsin ve tüm bunlar olur biterken sürekli "muhteşemsin! baş tacımızsın" laflarıyla anlamsız ve küçültücü şekilde pohpohlanırsın.
Ansızın yazar Anthony Burgess'ın Otomatik Portakal adlı kitabının girişindeki şu soru geliyor dilimizin ucuna.:
"Eeeee, ne olacak şimdi?"
Bu vekilin sözleri densizlik mi, gaf mı, pot mudur?
Galiba akım derken ... demek böyle bir şey.