- Tülay Düztaş
- Yeteneklerimizden Damlalar
- 06 Haziran 2008 Cuma
- Toplam Okunma: 49
SEVGİLİ ARKADAŞLAR
Yazmak benim için özgürlüğün diğer adı... Yazdığımda hele bir de bu yazdıklarım taktir gördüğünde çok mutlu oluyorum. Belki size ilginç gelecek ama hayatım boyunca tüm iş başvurularımı yazarak yaptım ve o kelimelerin s
ihirli gücüyle iş sahibi oldum. Ben sevdikçe ve yazdıkça büyüdüğümü, güçlendiğimi ve güzelleştiğimi hissediyorum...
Aslen Tuncelili olup babamın görevi nedeniyle Doğubeyazıt doğumluyum. Küçük yaşlardan itibaren yazmaya, araştırmaya merakım yüzünden gazeteci olmaya karar verdim ve nihayetinde Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi \"Gazetecilik ve Halkla İlişkiler\" bölümünden mezun oldum. Aynı yıl yanlış bir tedavi sonucu ışığımın büyük bir kısmını kaybettim. Tabi beraberinde hayallerimi de... Yaşamın neresinden ve ne şekilde devam edeceğimi bilmiyordum ama toparlanmam uzun sürmedi. İnsan zihinsel engelli olmadığı sürece mutlaka yapabileceği birşeyler vardır. Hatta rehabilite edildiklerinde onların dahi yapabileceği şeyler vardır. Yeter ki imkan sağlanıp fırsat verilsin...
İlk deneyimimi yerel bir gazeteye muhabirlik yaparak edindim. Burada para kazanamıyordum ama mesleğime dair kendime olan güvenimi kazanmıştım. Hayatımın dönüm noktasını \"Arena Programı\"ndaki istihbarat elemanı olarak başarılı işlere katkıda bulunarak yaşadım. O yıllarda bazı sivil toplum örgütleri ve Mimar Sinan Üniversitesi tarafından düzenlenen etkinliklere \"başarılı engelli\" olarak davet edildim. Haber istihbaratı yaparken sorunlu ve yardıma muhtaç insanları dinledikçe haline şükretmeyi, sahip olduğum imkanlar dahilinde başarmayı ve yardım etmeyi öğrendim. O dönemde yine yakaladığım bir haber, Uğur Dündar ve Haluk Şahin\'in kaleme aldığı \"Haramzade\" isimli kitabın doğmasına vesile oldu.
Bu görevi, NTV Halkla İlişkiler, TGRT Haber Merkezi sekreterliği, Vatan Gazetesi promosyon danışmanlığı görevleri takip etti. NTV Halkla İlişkiler\'de Türk medyasında ilk kez izleyici görüş, öneri ve tenkitlerinin rapor tutularak değerlendirildiği bir görevi başlattım. NTV Genel Koordinatörü Nuri Çolakoğlu\'nun da çok önem verdiği bu değerlendirme raporları ile NTV yayın politikasını ve gündemi belirliyordu.
Şu an çalışmıyorum ama öykü ve senaryolar yazıyorum. Bu yıl ilk kez katıldığım İstanbul Kısa Filmciler Derneği\'nin organize ettiği 7. Ulusal Kısa Film Festivali \"Engelliler\" konulu öykü yarışmasında, yetmişbir kişi arasında ikinci oldum. 16 Mart 2008 tarihinde Lütfü Kırdar Spor ve Kongre Salonu\'nda ödül töreni yapıldı. Dereceye giren tek engelli olmama rağmen\' ne yazık ki- organize ortağı \"Fiziksel Engelliler Federasyonu\" temsilci veye üyelerinden tebrik eden olmadı... Tebrik eden sadece benim gibi görme engelli iki arkadaştı...
Oysa ben bu ödülü tüm engelli arkadaşlarım adına almıştım. Ve bu mutluluğun ancak paylaşıldığında bir anlam kazanacağına, paylaşıldıkça mutluluğun artacağına inanıyordum.
Yarışmaya \"Bastonun Ucundaki Hayat\" isimli öykümle katıldım. Bu öyküye hayat verirken elbette yaşadığımız olaylardan serpiştirdim. Bu öyküde adı geçen arkadaşım Oktay\'ı da rahmetle anıyor, daha güzel öykü ve senaryolarda buluşmak ümidiyle sizi öykümle başbaşa bırakıyorum...
TÜLAY DÜZTAŞ
RUMUZ:\"KÖREBE\"
BASTONUN UCUNDAKİ HAYAT...
Görme engelli Bahar, özel bir programla sesli hale getirilmiş bilgisayarında çalışmaktadır. Bilgisayardaki ses o gün yapacağı işleri sıralar. Oktay\'ı ziyaret yapacağı işler arasındadır. Bahar arkadaşının ismini duyunca hüzünlenir, çalışmayı bırakıp masanın üzerinde asılı duran anahtarlığa uzanır. Acı tatlı birçok anının yüklü olduğu bu anahtarlığa uzun uzun bakar... Sonra gülümseyerek okşar ve üzerindeki düğmeye basar. Odada yankılanan hoş bir melodi ile, Bahar\'in gözleri yıllar öncesine perde açar...
Bahar ve Oktay ışığını sonradan kaybetmiş iki iyi arkadaştır. Bahar bir gözündeki azıcık ışığıyla, baston kullanmadan yürüyebiliyor, bu nedenle engelli olduğu pek anlaşılmıyordu. Oktay ise ancak gece ile gündüzü ayırdedebiliyordu. Ama herşeye rağmen neşesi, girişkenliği, azmi ve duygusallığı ile çevresine müthiş bir enerji saçıyordu. İki arkadaşın en çok zorlandıkları durum, dışarda buluşacakları zaman birbirlerini bulamamaktı. Üstelik o tarihte cep telefonları da bu kadar yaygın değildi.
O gün buluşacakları yer vapur iskelesiydi. Bahar da Oktay da o günün komik fakat üzücü olaylara gebe olduğundan habersiz yola koyulurlar... Oktay trafik lambası olmayan bir caddede karşıdan karşıya geçmek için, tesadüfen bir bayandan yardım ister. Kadın ürkek bir tavırla,
-Kusura bakmayın, ben evli bir bayanım diyerek hızla uzaklaşır yanından... Oktay şaşkın ve üzgün bu cevaba bir anlam veremez.Allahtan durumu farkeden bir genç yardım etmek üzere Oktay\'ın koluna girer.
Aynı saatlerde Bahar da otobüs durağına doğru yürümektedir. Karşı yönden gelen bir adam,
-Ne güzel gözlerin var yavrum diye laf atarak yanından geçer. Bahar sesini çıkarmaz, hatta bu sözlü tacizden hoşlanır bile... Çünkü adam onun görme engelli olduğunu anlamamıştır. Bahar kendi kendine söylenmeye başlar,
-Eskiden olsa kıyameti koparırdım. N\'oluyor bana böyle?..
Vapur iskelesi çok kalabalık, bekleyenlerle doludur. Her ikisi de yakın sayılabilecek mesafede, sırt sırta tam bir saat birbirlerini bekler... Bahar her gelene \"Acaba o mu?\" diyerek uzun uzun bakar. Baktığı farkedilince de utanıp başını öne eğer. Hatta bastonlu birini Oktay zanneder. Çocukluğunda oynadığı \"Körebe oyununu\" şimdi hayat onlara oynatıyordu... Bahar sonunda beklemeye dayanamayıp etrafa seslenir,
-Oktay... Oktay?.. Tüm bakışlar bir anda ona döner. Bahar\'ı duyan Oktay sevinçle sese doğru yürür.
-Galiba beni anons ettiniz hanımefendi... diyerek bir kahkaha atar. Dakikalarca bu trajikomik hallerine gülerler... Oktay kızın omuzundan tutarak,
-Sizin farlardan biri yanıyor şoför hanım, lütfen önden buyrun... Bahar bir adım önde, Oktay onun omuzundan yön desteği alarak, oturacakları kafeye doğru yürürler. Oktay yolda kolunun sıyırdığı ağaca, birine çarptığını sanarak \"Pardon\" der...
Genç adam bir sonraki buluşmaya elinde iki adet sesli anahtarlıkla gelir. Artık buluşmalarda anahtarlığın melodisi onlara yardımcı olacaktı. Öyle de olur. Bundan sonraki randevular sorunsuz gerçekleşir, ancak arada bir de olsa trajikomik olaylar yaşanmaya devam eder...
Hatta bir keresinde garsonun masaya bıraktığı tabağı, siparişini verdikleri sosis tabağı sanıp çatalla girişirler. Oysa tabakta kovaladıkları fındık fıst-tıktı... Bazen de bardağa su koymaya çalışırken bütün masa banyo yapardı...
Oktay beyaz bastonunu gören bir arkadaşının yanında, bir de evinin sokağına yaklaştığında kapatırdı. Doğup büyüdüğü, top koşturduğu mahallede, bastonlu görünmek ağrına gidiyordu... Bir tek orada kör olduğunu kabul edemiyordu... Çünkü mahallelinin ardından,
-Vah... Vah...Pek de gençti, Allah kimseyi kör karanlıkta bırakmasın, ailesine de sabır versin... sözleri yüreğini acıtmış, o gece sabaha kadar ağlamıştı...
O günden sonra mahallede hiç kimse, onu bir daha bastonlu görmedi... :Evinin sokağına yaklaştığında bastonunu katlayıp ceketinin iç cebine koyar, yolun geri kalanını ezbere devam ederdi...
Görmeyen birinin dışarda beyaz baston kullanmadan yürümesi çok tehlikeli bir hareketti.Bahar arkadaşına bu hareketinin yanlış olduğunu, kendi yaşadıklarından da örnekler vererek her engellinin benzer sorunlar yaşadığını anlatmaya çalışırdı.
-Üzülme be arkadaşım... Bak benim için de mahallede \"burnu büyümüş\" diyorlar. Bilmezler ki yanından geçtiğim tanıdıkların yüzlerini seçemediğimi, onları fark-edemediğimi... Yaptığım belki yanlıştı ama uzun süre kimse kırılmasın diye yere bakarak yürüdüm...
Sohbet, Oktay\'ın da unutamadığı bir anısını anlatmasıyla devam eder.
-Geçen hafta derneğe gidiyordum. Yolda çukur varmış, tabi görmediğim için dengemi kaybedip düştüm. Yardıma gelen bir amca beni kolumdan çekiştirerek, \"Eh be oğlum! Ne işin var dışarda, evinde otursana!\" diye azarlamaz mı?
Bahar ve Oktay tebessüm ederek anlattıkları bu olayların ardından, bir süre sessiz kalırlar... İkisi de birbirinden gizli yanaklarından süzülen yaşları silerler...Bir iki dakika sonra Bahar Oktay\'ın elinden tutarak sessizliği bozar.
-Bunlar da geçecek... Bu zorlu hayat yolunda bazen sendeleyip bazen düşeceğiz ama ayaklarımızın üzerinde dimdik durmayı başaracağız. Buna inan...
Genç kızın kararlı sesi Oktay\'ı heyecanlandırır,
-İnanıyorum Bahar... Gün gelecek beynimiz ve yüreğimizle aşamayacağımız engel kalmayacak...
Bu iki güzel insan, engelsiz bir yaşam ve bu yaşamda yerlerini alabilmek için büyük çabalar gösterir. Oktay bir süre rehabilitasyon merkezinde eğitim aldıktan sonra bir şirketin santralinde işe başlar. Fakat evinin sokağından hala bastonsuz geçmektedir... Bahar\'ın da çabaları sonuç vermiş, mesleğini yapma fırsatı bulmuştur. Yerel bir gazeteye yazılar yazacaktır. Engeller birer birer yıkılmaktadır artık...
Bahar ve Oktay bu başarıyı kutlamak için, haftasonu buluşmak üzere sözleşirler. Bahar buluşma günü saatlerce bekler arkadaşını... Defalarca anahtarlığın melodi düğmesine basar ama yanıt alamaz. Oktay ilk kez randevusuna gelmemiştir. \"Mutlaka mühim bir işi çıkmıştır\" diyerek eve dönen Bahar hemen telefona sarılır. Oktay\'ı telefona istediğinde aldığı cevap karşısında donakalır, ahize elinden düşer... Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar...
-Olamaz!.. Ölemezsin!..
İşten eve döndüğü o akşam, yine baston kullanmadan evinin sokağında karşıdan karşıya geçmek ister. İşte o anda aniden önüne çıkan araç hızla ona çarpar ve sevdiklerinden ayırır onu... Bastonu ceketinden fırlayıp yola savrulur...
Bahar, arayan kişinin ismini anons eden cep telefonunun sesiyle irkilip anılarından bugüne döner. Gözlerindeki yaşları koluyla siler. Telefonla arayan arkadaşı ne zaman çıkacağını sorar. Kolundaki saatin düğmesine basarak, yine sesli anonsla saati öğrenir ve arkadaşına hamen çıkacağını söyler. Diğer elinde sımsıkı tuttuğu anahtarlığa bir öpücük kondurarak onu duvardaki yerine asar-. Bahar için çok değerlidir ama dışarda artık ona ihtiyacı yoktur...
Her yıl olduğu gibi Oktay\'la randevusu vardır.Geç kalmak istemez. Başına siyah bir şal örterek odadan çıkar...