Türk Dil kurumu sözlüğünde hegemonya, “Egemen bir iktisadi karar biriminin diğer iktisadi karar bi rimleri üzerindeki iktisadi, sosyal, kültürel, ideolojik üstünlüğü ve baskısı[1][1]” olarak tanımlanıyor. Daha çok ekonomik bir terim olarak karşımıza çıkmakla birlikte, ben bu tanımı biraz daha genişleterek, kendine çoğunluk denen ve sözde toplumda normal olanı temsil eden egemen grubun kendi ideolojik, sosyal, külterel anlayışını normal olmayan veya sapkın olarak adlandırılan gruplara dayatması olarak genişletmek istiyorum. Heteroseksüel, 18-50 yaşında, sözde sağlıklı olarak belirlenen bir grup çevreliyor yaşadığımız ekosistemi. Tüm kurallar, düzenlemeler, tutumlar ve değerler bu egemen grubun anlayışına göre üretiliyor ve kuşaktan kuşağa yeniden üretiliyor. Tabi engelliler de birçok grup gibi bu çoğunluğun dışında kalıyor. Bu yazımda görme engeliler özelinde bu hegamonyaya nasıl yanıtlar verildiğini tartışmak istiyorum.

Elektronik ortamın ve teknolojinin gelişmesiyle, görme engellilerde bilgisayar kullanımı hızla yaygınlaştı. Artık birçok görmeyen az ya da çok, interneti kullanabiliyor, ve sosyal ağlarda daha fazla görünür oluyor. Bu sosyal ağlardan en çok kullanılanı e-posta grupları. Belki daha kolay kullanıldığındandır bilinmez ama görmeyenler tartışma platformları olarak daha çok forumlar yerine e-posta gruplarını tercih ediyor. Bu gruplara üye olan binlerce üye zaman zaman çeşitli konularda bilgi paylaşımında bulundukları gibi, körlük ve körlüğe ilişkin konuları da tartışıyor. Binden fazla üyesi olan Teknokör de bu gruplardan biri. Beni böyle bir yazı yazmaya iten burada çeşitli zamanlarda gündeme gelen, görme engelliler neleri yapabilir neleri yapamaz mahiyetinde yürüyen tartışmalar oldu.

Bu tartışmalarda, iki görmeyenin birlikte tatile çıkıp çıkamayacağı, alış veriş yapıp yapamayacağı, evlenip evlenemeyeceği, çocuk yetiştirip yetiştiremeyeceği, araba kullanıp kullanamayacağı ve benzeri sayısı arttırılabilir ikilemler gündeme geliyor. İşte tüm bu tartışmalar görmenin üzerimizde nasıl bir hegemonya oluşturduğunu gözler önüne sermesi ve bu hegemonyayı nasıl yanıtladığımız açısından önemli.

Üzülerek söylemek gerekir ki, bu tür tartışmalarda görmeyenlerin de tek başlarına, tüm bu yaşam tecrübelerini denimleyebileceklerini söyleyen kişilerin sesleri çok cılız kalıyor. Ya çoğu insan yazmıyor ya da görmeyenlerin tek başlarına istedikleri her işi yapabileceklerine inanmıyor. Buna karşın çoğunluk olmanın da rahatlığı ve koca bir hegamonyayı arkasına almanın pervasızlığıyla, körlerin hadlerini bilmeleri gerektiği, her işi yapmaya kalkışmamaları, tek başlarına yaşamanın bile imkansız olduğu bir ortamda birbirleriyle evlenmeleri hele bir de çocuk yapmalarının bir cinayet olacağını söyleyenler, bunları herkese empoze etmek için elerinden geleni yapıyorlar.

Uzun süre böyle söylemlere büyük bir öfke nöbetiyle karşılık veriyordum. Aslen,  Sözde gerçekçilik maskesi altında, enggelli birey olarak bir başkasının yardımı olmadan kendi kendine yetebilmenin mümkün olmadığını belirten tüm söylemler bilimsel olarak kolaylıkla çürütülebilir safsatalar. Buna karşın nasıl oluyordu da insanlar kendi kendilerini bu kadar aşağılamaktan zevk alarak, körlüğü bir acziyet, bir muhtaçlık meselesine indirgeyebiliyorlardı? Durumu bir arabesk edebiyatına getirip, engellilerin asla kendi başlarına tatile çıkamayacakları, alış veriş yapamayacakları, asla bir gören olmadan evlenip tek başlarına yaşayamayacakları, yalnızca belirli işleri yapabilecekleri ve benzeri örneklerle bir sınırlamaya seve seve razı oluyorlardı? Asıl ilginç olanı, engellileir tanımayan bir kişinin bunları söylemesi bir noktaya kadar kabul edilebilirdi de, biz kendimizi nasıl olurda bu biçimde kavramsallaştırabilirdik?

Bütün bunları sorup öfkelenmenin bir sonuç getirmeyeceğini anlamak acı oldu, ama yanıt aslında yine bu iletilerde gizliydi: “asla gören gibi olamayacağız” söylemi… Yani kendini bir kör olarak değil de görenlere benzemeye çalışan yani sözde normal olmaya çalışan bir kişi olarak tanımlamak… yani körlüğü bir durum olarak değil de bir eksiklik ve zavallılık olarak kabullenmek… toplumdan önce kişinin kendine acıması…

Peki Neden? Bu noktada bizi çevreleyen ekosistemin sonuçlarıyla karşı karşıya geliyoruz. İster doğuştan ister sonradan kör olalım, herkesin ilk sorusu açık ve net: “tekrar görebilecek mi? Herkes gibi olabilecek mi?”. Normalleşme ve herkese benzeme çabası… ardından onca tedavi çabaları, uğraşlar sonuçsuz kaldığında, yaşanan ve pek de anlatılamayan acı... halen birçoğumuzun ailesinde, “biz ne yaptık da başımıza bunlar geldi” sorusunu duyabilirsiniz gizliden gizliye…

Artık çevrenizda asla normal olamayacak bir zavallısınızdır. her türlü fiili görselliğe dayanarak yürüten bir çevrede olduğunuzdan, en basit bir hareketiniz, oturmanız kalkmanız, yürümeniz olağanüstü bir durum olarak karşılanır. Ne kadar hayat dolu olduğunuzdan den vurulur hep, aslında ağlamanız kahretmeniz gerektiği düşünülerek... her türlü şey aslında görsellik olduğundan en basit bir işi bile kendi başına yapmanıza izin verilmeyebilir. Çayınızı biri karıştırır, şekerinizi biri atar, yatağınızı bir başkası düzeltir, siz yeterki üzülmeyin incinmemesi gereken bir varlık olarak!

Sonrasında toplumun size biçtiği rolleri kabullenirsiniz yavaş yavaş: ezberi kuvvetli, altıncı hisleri güçlü, kim olsa sesinden şak diye tanıyan kuttsal ama bir taraftan da zavallı bir varlık. Herkes sizi taktir eder ama, iş gerçek bir meydan okumaya gelince “dur bakalım” deniverir birden “biz bile yapamıyoruz”, biz bile…

Ne kadar uğraşsanız da hep farklısınızdır artık. Öğretmenler sınıftaki diğerlerini uyarmak için sizi örnek verir: “Engin bile yaptı”! şanslıysanız artık gerçek bir azim hikayesi olursunuz çevrenizde.

Fakat iş gerçek hayata gelince sorunlar başlar, kimi zaman bir okul müdürü almak istemez sizi okuluna, kimi zaman bir işveren bakmaz bile başvurunuza, bazen evlenemezsiniz sevdiğinizle, bazen tek başınıza para bile çekemezsiniz sahibiniz şahidiniz yok diye yanınızda.

Ama çoğu zaman sorgulamazsınız neden bunlar beni buluyor diye. Bir ikilemle karşı karşıya kalırsınız. Ya bunların engelli olduğunuz için başınıza geldiğini düşünüp durumla müğcadele edersiniz, ya da elden geldiğince engelli değilmiş gibi davranır, mümkünse engelinizi gizlersiniz. Gören hegamonyasında ikinci yol daha makuldür. Zaten birçok arkadaşınız size “hiç kör gibi değilsin” dediğinde gururlanan biri için, engelini yok saymak normalleşme yolunda önemli bir adım olur. Ama bunun da bir bedeli vardır, size sunulan limitleri sınırları kabul etmek. Becerebilenler eline hiç baston almadan çıkar sokaklara, bir sürü direğe çarpma, bulundukları tüm çukurları doldurmma, karşıdan karşıya geçerken otomobil altında kalma uğruna. Ne de olsa, kör gibi olmamak, yani normal olmak demektir bu. Herkes gibi görmesini kullanarak iş yapmak demektir bu.

Hiç görmesi olmayan biri ise, dışarı çıkmak, alış veriş yapmak gibi şeyleri zaten tercih etmez. Bastonun adı bile korkutucudur. Çünkü bunlar körlüğü açıkça ifşa edebilir. Bunun yerine size verilen basit rolleri yapmak, suya sabuna dokunmamak mutlu olmak için yeterlidir.

Görmenin hegamonyasında normal olan, birinin size bakması, çamaşırlarınızı yıkaması, yemeğinizi pişirmesidir. Bunun için böyle şeyleri tek başına yapabileceğiniz aklınızın ucundan dahi geçmez. Öyle büyütülür ki yapılan en küçük bir aktivite, en basit bir şey bile size imkansız gibi gelir. Çünkü normal olan, sınırlarınızı bilmeniz size verilenle yetinmenizdir.

İşte böyle bir ortamda yaşadığınızda, siz de mevcut hegamonyanın yeniden üretilmesinin bir parçası olursunuz bir anda. Ve kabullenirsiniz asla gören gibi olamayacağınızı. En iyisi size verilenlerle mutlu olmaya çalışıp ötesini pek sorgulamamaktır.

Ben birçoğumuzun bu psikoloji ve bu hegemonya baskısı altında olduğumuzu düşünüyorum. Yani görmenin hegamonyasına verilen yanıt birçoğumuzda mevcut olanla yetinip ötesini pek sorgulamamak şeklinde gelişir.

Ama azınlık da olsa bir grup, durumu sorgulayabilir. Belki aldığı eğitim, belki başka azınlıklarla ilişkisi, belki diğer engeli aktivistlerle yaşadığı etkileşim  farklı yolların da olabileceğini düşündürür kişiye. Evet bazılarımız farkına varır temel gerçeğin “asla gören biri gibi olamayız”. Ama bir şeyin daha farkına varır. Olmak zorunda da değiliz. Bilir ki, önemli olan bir hedefe ulaşma isteğidir, görmek ya da görmemek, veya başka bir engele sahip olmak veya olmamak yalnızca yöntemi değiştirir hedefi değil. Amaç karşıya geçmektir, bunu gören birisi yeşil ışığa bakarak yapar, kör biri sesli ışığı dinleyerek. Amaç bardağa çay koymaktır, bunu gören biri suyun dolup dolmadığını gözleriyle kontrol ederek yapar, kör biri, lıkır lıkır dolma sesini dinleyerek veya bir sıvı doldurma cihazı kullanarak. Amaç kitap okumaktır, gören biri gözleriyle yapar bunu, görmeyen kişi Braille alfabesiyle veya ekran okuyucusuyla.

Bu gerçeğin bir kez farkına vardığınızda, örnekleri gitgide çoğaltmaya başlarsınız. Çünkü bilirsiniz, bir şeyi yapabilmek için görmeye değil, aksina kör olmaya kör gibi onu yapmaya ihtiyacınız var. Bir yerlere varabilmek için, engelinizi gizlemeye değil, aksine açıkça ifşa etmeye ve yönteminizi ona göre belirlemeye ihtiyacınız var. Evet bu yol çok daha zor, yokuş ve virajlarla doludur, ama bir kez farklı ama eksik olmadığınıza gerçekten inandığınızda, dikenler, sıyrıklar, alın teri, bağımsızlığıa giden yolun kilometre taşları haline gelir. Ne dersiniz buna deymez mi?

 

 

 

 

 

[1][1] http://tdkterim.gov.tr/bts/

Engelsiz Erişim Derneği Twitter Zaman Akışı