Merhaba. Başlıkta alıntıladığım sözler eski NFB başkanı Marc Maurer’a ait. Maurer genel oturumun öyleden sonraki bölümünde “Körlüğün Doğası” başlıklı yaptığı konuşmasında tam olarak şöyle söyledi: “I am not sighted broken, I am Blind”. Ben bunu görmez değilim körüm diye çevirdim. Farklı da çevrilebilir elbette ama anlam önemli. Körlüğü görme karşıtlığı üzerinden tanımlamamak Maurer hepsinin ayrı bir değeri olduğunu söylüyor.

Size dün de söylediğim gibi bugün biraz burada karşılaştığımız körlerin tutum ve davranışlarından söz etmek istiyorum. Buna bugün görüştüğümüz iki kişi ışığında bakalım. Öğleyin Nihal bize yine çok farklı bir figürü tanıttı: Hoby Wedler. Hoby şu an organik kimyada doktorasını yapıyor. Kimilerine göre organik kimya kimyanın en zor alanlarından birisi, Ama Hoby özellikle laboratuvarları da çok seviyor ve bu alanda çalışıyor. Hatırlayacaksınız muhtemelen bizde de eczacılık fakültesini kazanan bir öğrenciye allem edilip kallem edilip bölüm değiştirmesi için baskı yapılmış ve öğrenci hukuk fakültesine geçmişti. Hoby ile de bir görüşme kaydettim. Kendisi de lisede ön yargılarla karşılaşmış. Kimya hocası bu alanda kariyer yapmamasını öğütlemiş. Ama o ısrar etmiş. Laboratuvarlara bir asistanla giriyor. “Asistanın kimya bilmesi gerekmiyor” diyor Hoby. O yalnızca deney sırasında bana göz oluyor, “benim şu miktardaki sıvıyla, şu miktardaki şeyi karıştırmasını istediğimde ne olduğunu söylüyor ve bilimsel raporu ben yazıyorum. diyor. Bizde ise maalesef geçen Boğaziçi üniversitesinde bir öğrencimize “Bizim deneylerimiz çok hassas, girersen bozabilirsin” tarzı bir şey söylemiş laboratuvar asistanı. Hoby üniversitelerin engelliler biriminin ilgili yardımcı öğrenciyi sağlamak zorunda olduğunu ve bunun için bütçeleri olduğunu da ekliyor.

Hoby’ye Independence science tarzı yerlerdeki laboratuvar malzemelerini kullanıp kullanmadığını soruyorum. “Benim uğraştığım organik kimya çok ileri düzey, onlar temel kimya için yararlı oluyor” diyor.

Hoby ayrıca her yıl lise öğrencisi görme engelliler için kimya kampı düzenlediklerini de anlatıyor. Amaç genç beyinleri bu alanda kariyer yapmaları için motive etmek. Kendisine görme engelli fizikçi, biyolog gibi kişiler olup olmadığını da soruyorum ve “Elbette hepsiyle temas kurmanızı sağlarım” yanıtını alıyorum. 

Son olarak Türkiye’de bu tür alanlarda bir şeyler yapmak isteyenlere tavsiyelerini sorduğumda, şöyle diyor Hoby: “Onlara yapamazsınız diyenlere aldırmasınlar, gerektiğinde kavga etsinler ve potansiyellerini gerçekleştirsinler. Görmeyen biri olayları zihninde canlandırabildiği için çoğu zaman daha da avantajlı. Kimse atomları görmüyor ama onlarla işlemler yapıyor”.

Bu sözlere karşı ne denir başka bilemiyorum. Maalesef en son üniversiteler çalıştayında bir çok insanın arkamdan konuşup, engellilerin istedikleri bölüme girebileceğini söylemenin onların zihinlerine yanlış fikirler sokmak demek olduğunu, gerçekçi olmak gerektiğini söylediklerini duydum. Bu yazıyı okuyacak veya okuyan genç ve idealist arkadaşlar, bırakın çevrenizin gerçekçilik masallarını, biraz kendinize inanın ve hayallerinizin peşinden gidin ne olur! Bunun için mücadele etmeniz belki bedeller ödemeniz gerekebilir, ama ya başaramazsam diye çıkmayın yola, ya başarırsam diye çıkın.

Convention sırasında gözlemleme fırsatı bulduğumuz körlere genel olarak baktığımda, neredeyse hepsinin tek başına bağımsız biçimde dolaştıklarına şahit oldum. Yolda yürürken ya bir rehber köpeğe dokunuyorsunuz veya onlarca baston sesi duyuyorsunuz. Bunun ötesinde, Sevda’nın güzel bir gözlemi var: çoğunun duruşları dik. Ayrıca konuştuğunuzda rahat olduklarını ve kendilerine oldukça güvenli olduklarını düşünüyorsunuz.

Bizde maalesef yaşadığı ayrımcılıklar, ailenin, öğretmenlerin ve çevrenin dışlaması tarzı nedenlerle bir görmeyen tipolojisine rastlanıyor. Bu tipolojideki arkadaşlarımızın genellikle başları önde, çekingen ve minnettar bir konuşma tarzı gözlemliyorsunuz. Hafif bir arabesk hava seziyorsunuz. Bağımsız hareketleri ya hiç yok, ya da çok kısıtlı. Başını sağa sola çevirme veya benzeri bir tik de olabiliyor. Derneklere, körler okullarına ve benzeri yerlere gittiğinizde bu durumda olan arkadaşlarımıza rastlama olasılığınız var. Bu, onların suçu değil Tabiki. Eğitim eksikliği, aile ilişkilerinin zayıflığı, motivasyon sorunları böyle olmayı kaçınılmaz duruma getirebiliyor.

Muhtemelen benzer tipolojiler burada da vardır, ama ben pek rastlayamadım. Bu nedenle kendilerine güvenli duruşları, yürümeleri ve konuşmaları daha oturmuş geldi bana ve Sevda’ya. Tabi bunda şöyle bir etki var. Bu kongreye pek az kişi burslu olarak katılabiliyor. Çoğu kişi buraya gelmek için ciddi bir otel parası ve NFB kayıt ücretini ödüyor. Yani beleşten bir organizasyon çıkmış, gidip yiyip içip eyleneyim, gibi bir şey söz konusu değil. Bu da katılımcıları bir çok arkadaşımın sevdiği değimle fil dişi kulelerinde yapıyor.

Örneğin Akşam tüm NFB üyeleriyle birlikte yenen ve Banquit denen kapanış yemeğinde Jesika adında bir müzik profesörüyle tanıştırdı Deniz bizi. Tabi Sevda çok ilgilendi ve epeyce konuştular. Ona bu nota okuma meselesini nasıl yaptığını sordum. Lime ve GoodFeel ikilisinden söz eti. Üniversitede ders anlatırken, öğrencilerden nota istediğinde ücretsiz nota yazma programlarından birinde yazılan notayı xml olarak alıp Lime içine import ediyor yani aktarıyormuş ve buradan rahatça okuması veya GoodFeel kullanarak Braille çıktı alması çok kolay oluyormuş. Jesika “Zaten artık notaların çoğu internette var” diyor ve tek yapması gerekenin bunları Lime içine aktarmak olduğunu söylüyor. Mürekkep baskılı notalar için de asistan öğrencileri kullanıyor. Öğrencilere Lime programının kullanımını öğretmek çok kolay oluyormuş ve istenen nota basit biçimde lime içine yazılabiliyormuş. Bilmeyenler için Lime görmeyenler için erişilebilir olan bir nota yazma ve okuma programı. Bize önerisi de müzik bölümünden öğrenciler bulup lime ortamına nota aktarmalarını sağlamak oluyor Jesika’nın. Son olarak üniversite öğrencilerine müzik anlatırken tahta kullanımını nasıl yaptığını sorduğumda ise projeksiyon kullandığını ve Lime ile yazdığı şeylerin projeksiyona görsel olarak yansıdığını anlatıyor.

 

Sevgili arkadaşlar, size portreler sunduğumuz kişiler körler okullarında görev yapmıyor, üniversitelerde görev yapıyor. Herkesle aynı eğitimi alıyor veya herkese eğitim veriyor. Ve kendilerince geliştirdikleri çözümleri başarıyla uyguluyorlar. Bu günlüğü yazmaktaki amacım “Bakın NFB ve Amerika’da her şey ne kadar harika” demek değildi asla. Zaten günlüğe bakarsanız, özellikle erişilebilirlik alanında bir çok noktayı da eleştirdiğimi göreceksiniz. Ancak buradaki felsefeyi iyi anlamak zorundayız. Mark Riccobono Akşam yemeğindeki konuşmasında şöyle söylüyordu tekrar ve tekrar: “Körlük bizi eksik veya muhtaç olarak tanımlayan bir karakteristik değil, Aksine bizi daha güçlü ve eşit olarak tanımlayan bir karakteristik”. 

Riccobono bir elmas analojisi kuruyor. Buna göre Karbon atomları yoğun baskı altında bir araya gelerek elması meydana getiriyorlar. Bu elmas ham haldeyken, kabaca bir değeri var, ama iyi işlendiğinde, değeri katbekat artıyor. Körleri de elmasa benzetiyor Riccobono. “İşlenmesi bir risk ve değeri düşebilir, ama doğru biçimde işlendiğinde, yani doğru eğitim, doğru körlük yetenekleri, doğru insanlarla karşılaştığında körler de kendilerini parlatıp potansiyellerini gerçekleştirecekler” diyor.

Riccobono ayrıca körler için açılan ayrı enstitülerin ve sözde uzmanların nasıl da hayatlarımızı kısıtladıklarını, bize limitler koyarak, nasıl da neyi yapıp neyi yapamayacağımıza karar verdiklerini, NFB’nin bunlara karşı kurulduğunu da anlatıyor. Bu nedenle ayrı kurumlar ve ayrı noktalar isteyen arkadaşlar, eninde sonunda size konulacak sınırları ve limitleri iyi düşünün. Bu sınırlar siz değil, sözde uzman geçinenlerce size rağmen belirlendiğinde, oturup ağlamak için çok geç olabilir.

Sonuçta Bir convention daha bitti. Dönüyorum özlediğim canım ülkeme. Yüreğimde umutlar var. Yalnız olmadığımızı bilmek, dünyanın başka yerlerinde körlüğün bir eksiklik değil farklılık olduğunu içselleştirip buna göre politikalar belirleyen yapıların olduğunu görmek, erişilebilirlik kavramını birinci öncelik olarak benimseyen başka insanlar olduğunu da görmek, göz yaşartıcı bir umut veriyor insana. Kör müzisyenleri, kör kimyagerleri, kör bilgisayar mühendislerini, biyologları görmek, bizim bile nasıl da kendimizi limitlediğimizi hissettiriyor insana. Ama hepimizin yanıtlaması gereken bir soru var, kendi kaderimizi, ne yapıp yapamayacağımızı kendimiz mi belirleyeceğiz, yoksa birilerine minnet etmeye devam edip üstümüze biçilen dar elbiseyi giymeye mi karar vereceğiz. İstediklerimizi alabilmek için, mücadele mi edeceğiz, yoksa bedenleri sınıflayıp kontrol etmeye çalışanların arzularına boyun mu eğeceğiz. Marc Maurer’in dediği gibi körlüğü farklı bir karakteristik olarak mı göreceğiz, yoksa, görmenin karşıtlığı, bir eksiklik, bir olmamışlık olarak mı kabul edeceğiz.

Bu soruların yanıtları nereye gideceğimizi gösterecek. Günlüğü Yine Marc Maurer’dan bir alıntıyla bitireyim. “Dünya engellilerle daha ilginç bir yer”.