Sakat mıyım? Özürlü  müyüm? Engelli miyim? Kendimi hangi kavrama göre tanımlayacağım? Hangisi bana uyuyor ya da uymuyor? İnsan bir yaprak misali… Bir rüzgar eser dökülüverir yapraklarımız… Biri doğup bir diğeri göçse de bu dünyadan insan hep aynı kaynaktan alır varlığının anlamını… Dilden…
Kuşkusuz dil, bir anlatım ve iletişim aracıdır. Dille, duygularımızı, düşüncelerimizi, isteklerimizi , tasarımlarımızı anlatırız. Dil, insanlığın geliştirdiği en etkili ve önemli aletlerden biridir. Dilin gücü, gelenekleri, görenekleri, deneyimleri kısaca tüm kültürü aktarabilme aracı olmasından gelir. Bu bildirim  aracı,  doğduğumuz andan başlayarak hazır olarak verilir bizlere. Dil olmasaydı düşünce olmazdı. Düşünme ise, adlandırma yoluyla olmuştur. Böylece nesnelere ad verilmiş, sonunda soyutlama ve kavramlar oluşmuştur. Kısacası, dünyayı dil ile kavrıyoruz.
Tür Dil Derneği
’nin Türkçe Sözlüğü’nde “sakat” sözcüğü, vücudunda hasta ya da eksik yanı olan canlı olarak tanımlanıyor. “Özürlü” ise, özrü olan, eksiklik ya da kusuru olan, “engelli” sözcüğü de, engelli olan, mânialı ve özürlü olarak belirtiliyor.
G
ünümüzde kimileri her üç sözcüğün de birbirinden farklı anlamlar içerdiğini  söylemektedirler. Birtakım kişiler, “sakat” sözcüğünü kullanmaktan kaçınmakta, bu sözcüğün sakatlara yüklenen olumsuz bir anlamı çağrıştırdığı için “özürlü” ya da “ engelli” sözcüğünü kullanmayı tercih etmektedirler. Kimileri ise, “özür(lü)” sözcüğünü mazereti olan,  mazeretli  olarak anlamlandırırken üstü kapalıca bir kusurun ya da suçun affedilmesi istemini de kapsadığını ileri sürmektedirler. Kimileri de, “engelli”nin dilimizde bir karşılığı olmadığını, bu sözcüğün “sosyal tanım” kuramcılarınca türetildiğini ve “engel” sözcüğünün birincil anlamının “musallat olmak” olduğunu, “engelli”nin ise, “başa bela olan” bir anlam çağrıştırdığı için “sakat” sözcüğünün bu kümeyi tanımladığını söylemektedirler.
B
İLDİĞİM TEK ŞEY HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİMDİR
Felsefe seminerlerine gidip
“güzellik” “iyilik” “doğruluk” “erdem” gibi soyut kavramların tartışıldığı Sokratik diyalogları okuduğumda incelenen her kavramın belirli bir tanımı yapılamadığını gördüğümde belleğim iyice karışmıştı. İnsanların en bilgesi Sokrates bu sözü niçin söylemişti? Bir köleye geometriye ait bir önermenin nasıl çözüleceğini öğreten bir kimse nasıl olur da bilgiden yoksun olduğunu söylerdi? Ya da bu bilgi ne tür bir bilgiydi? Sokrates de Platon gibi “idelerin bilgisi” ne ulaşmak istiyordu. Sözün kısası, kullandığımız her sözcüğün bir tek anlamı olduğunu düşünüyordu.
S
ÖZCÜKLERİN BİR TEK ANLAMI OLABİLİR Mİ?
 
Kuşkusuz, nesnelerden söz ederken sözcüklerin anlamı üzerinde uzlaşmamız gerekir. Birinin
“a” dediğine öteki “b” derse, toplumsal anlaşma olmaz. Ancak, bir sözcüğün “gerçek” ya da “doğru” anlamını bulmak için, Platon’a göre, “idea”ların bilgisine ulaşmamız gerekiyor. Böylece, ideal bir dile ulaşacağız.  Her ne kadar Platon’un görüşlerini benimsemesek bile, Platon’un dil anlayışı o kadar içimize işlemiş ki, her sözcüğün doğru ve biricik anlamı olduğu konusunda birbirimizle inatlaşırız. Hatta, bir sözcüğü bizim bildiğimiz anlamda kullanmayanları kolaylıkla suçlarız. Çünkü, bir tek “gerçek” vardır. Bir tek gerçek demokrasi…  Bir tek gerçek adalet…  Bir tek gerçek engelli tanımı…
X’İN ANLAMI NEDİR?
Anlam
ını bilmediğimiz sözcüğü “X” diye tanımlarız. İlk başta soru sorma biçimi yanlış kanımca.   Çünkü, “x”in bir tek ya da kesin bir tanımı yok. Ya da her sözcük anlamlı ya da anlamının ne olduğu bu yöntemle bulunamaz. Örneğin, İstanbul, yavaş, beyaz ve çirkin sözcüklerini “x” yerine koyalım. İstanbul bir şehrin adıyken, yavaş, beyaz, çirkin sözcükleri nesnelerin kimi niteliklerini anlatmak için kullanılır. İşte insanlığın çıkmazlarından biri daha… Beyazlık, tek bir nesnenin “ne”liğine işaret eder. Oysa, bir tek nesnenin yavaşlığından söz edilemez. Ya da “beyazlık” betimleyici bir sözcükken, “çirkinlik” değerlendirici bir sözcüktür. Oysa, Platon’cu dil anlayışını benimseyenler, “beyazlık” ile “çirkinlik” arasındaki bir ayrımı kabul etmezler. Çünkü, “çirkin” sözcüğünün anlamını bilmek demek, “çirkinlik” “idea”sına sahip olmak demektir.
“ ‘X’in anlamı nedir “ sorusu, bizleri her sözcüğün bir tek anlamı olması düşüncesine götürür. Oysa, sözcükler çoğu kez,  ya çok anlamlıdır ya da belirsizdir. İnsanların büyük bir bölümü, bu belirsizliğin farkında olmadığı gibi kendilerinin de sözcükleri yerli yerinde kullandıklarını düşünürler. Başkalarını sözcüklerin anlamını bilmemekle suçlarlar.  Çünkü, ta ilkokuldan beri  “ ‘x’ sözcüğünün tanımı şudur” laflarıyla Platon’cu dil anlayışı belleklerimize yerleşmiştir. Bu anlamda, çoğumuz Platon’cuyuz.
“ ‘Edebiyat nedir?’, ‘Sakat nedir?’, ‘Adalet nedir?’, ‘Felsefe nedir?’, ‘Engelli nedir? ‘ “ soruların ardında belli bir “edebiyat”, belli bir “engelli” anlayışı olacağı inancı gizlidir. Tabii ki, sözcükler, bir çok nesneyi ya da şeyi adlandırarak oluşur.  Sakat/özürlü/engelli sözcükleri de öyle… Bu sözcükler, üyelerinin belli öz çizgileri yardımıyla diğer nesnelerden ayırt etmek için kullanılır.
“Sakat “ sözcüğü  bir yoksunluğu anlatır. Ortak bir niteliğe işaret eder. Sonuçta, “sakat”lık  bir soyutlamadır. Bu yönüyle, yalnızca şimdiyi açıklamaz. Geçmişi, şimdiyi kapsadığı gibi geleceği de kapsar. Somut olarak bir tikele yani, bana işaret eder. Ben bir birey olarak sakatlığın niteliklerini taşırım. Ben bu yönümle diğerlerinden başkayım. Ayrıyım. Ancak, soyutlama yaptığımızda, atalarımızdan miras aldığımız bir kavram olarak karşımıza çıkar. Peki, tüm değişimlere karşı aynı kalan bir şey var mıdır? Bir kümeyi ya da türü ötekilerden ayırt eden öz-çizgilerin sayısı apaçık belli midir? Ya da bu konuda elimizde nesnel araçlar var mı?
DİLİN ESNEKLİĞİ
Nesneleri tek tek türlere ya da kümelere ayırırken hangi nesnel araçları göz önünde bulunduracağımızı bizlere doğa ve nesnelerin bizzat kendisi verir. Bizler de nesneleri bunlara göre tanımlarız. Platon
’un insan anlayışıyla Aristoteles’in insan anlayışı birbirine benzemez. Ancak, her iki filozofun görüşleri de bizlere insan hakkında bilgi verir. Demek ki, temel öz-çizgileri belirlemek bizim elimizdedir. Ya da bizlerin seçimine bağlıdır. Doğa ve nesneler bu konuda yalnızca ipucu  verir. Dolayısıyla, hiçbir sözcüğün anlamı tam olarak belirli değildir. İnsanların apaçık belirlediği öz-çizgilere göre değişir.
Öyleyse,
“sakat” kavramını hem genel anlamda hem de özel anlamda incelemek ve ayrımcılık olgusuyla birlikte değerlendirmek gerekir. Bu anlamda “sakat”lığı yani böyle bir genel kavramı teknik ve teknolojiyle ilişkilendirmek gerekmez mi? “Sakat”lıktan kaynaklanan bir yoksunluk, teknik ya da teknoloji aracılığıyla farklı bir duruma sokulabilmektedir. Yani, değişebilmektedir.
Ancak, biyolojik ve sosyolojik tüm ayrımlar, sanki değişmeyecek, kalıcı bir niteliğe işaret etmekte, böylece belleğimizde bir
“idea” oluşmaktadır. Ben de tekil olarak o ideadan bir pay almaktayım. Böylece çok olanın sahip olduğu bir niteliğe kutsallık anlamı yüklenmektedir. Bana ise, bir değersizlik yüklenmektedir.
Böylece, benim bir ayrımın, bir niteliğim, bir yoksunluğum bir simgeleştirmeye dönüşür. Gelip geçici şeyler, değişime uğramaz gibi algılanmaya başlar. Ya da olağan bir durum, öz olarak algılanmaktadır. Kavram gerçekçiliği ile yüceltilmekte ya da değersizleştirilmektedir.
İnsanı, düşünme ve dil bağlamında görmeyen, onun bir özü ya da ilineklerin toplamı olarak görmeyen bir ontoloji yok mudur? Tabii ki, vardır.
Böyle bir ontoloji var olduğuna göre, birilerine kutsallık, diğerlerine değersizlik yükleme de olmayacaktır. Ayrımlarımız olmayacak mı peki? Tabii ki, şu ya da bu biçimde bütünün parçalarının biçimleri de olacaktır. Ancak, bunlar, türünün temsilcisinde hep aynı olacak değildir. Zaten burada da bir belirleme söz konusu değildir. Çünkü, adcılıkta bir ayrım yüceltilmez. O yalnızca bir addır. İnsan, somut olarak ele alınır. Oysa, kavram gerçekçiliğinde ya da özcü anlayışta hep öne çıkarılan bir nitelik vardır. Böylece insan, bir gen topluluğuna, hastalığa ya da ekonomik topluluğa indirgeniverir. Sonuçta, insan ideleştirmenin etkisiyle bütünselliği yitirilir.
Kısacası, sakat yerine özürlü/engelli sözcüklerini kullanmamız, idealimize düşman olan nesneye gönderme yapmamızı engellemez. Ya da
“özürlülük” bir eksiklikten dolayı af talebini de içermez. Veya “ engel” in birincil anlamı “musallat olmak” olarak alınmaz. Engelliler, başa bela olarak görülmez. Çünkü, her sözcüğün tek ve kesin bir anlamı olduğu yalnızca bir kuruntudur. Aynı biçimde, her sözcüğün tek bir nesnenin adı olduğu düşüncesi de boş bir inançtır.
Çünkü, sözcüklerin anlamları zaman içinde değişebilir. Nesneler hakkında bilgilerimiz atalarımızdan devir aldığımız gibi mi? Ya da adlandırdığımız nesneler sürekli değişmiyor mu? Din, bilim, sanat, hukuk gibi üst yapı kurumlarının içerikleri değişmiyor mu? Neden  bir kümeyi sembolize eden terimler aynı kalsın? Bu anlayış da, yine Platon
’culuğun hep aynı terimin/kavramın aynı nesneyi gösterecek kuruntusundan başka bir şey değildir.
Kimileyin,
“sakat” sözcüğü yerine “engelli” sözcüğünü kullanıyorsam, ne “sakat” sözcüğünün çağrıştırdığı olumsuz anlamı görmemezlikten geldiğimdendir. Ne de bu sözcüğü onur kırıcı bulduğumdan… Ben “sakat”lığı sorgularken “sakat” insanları toplumdan dışlayan sistemi de sorguladığım için yeri geldiğinde “engelli” sözcüğünü kullanıyorum… Kimi kez, toplumca oluşturulan engellere dikkati çekmek için “engelli” sözcüğünü kullanıyorum… Değil mi ki, “sakatlık” toplumsal bir olgu… Her ne kadar sakatlığa ilişkin olumsuz anlam tarihin eski çağlarından beri pek değişmemişse de,  yine de bir değişimin olduğunun ayrımındayım. Öyleyse, aynı sözcüğün hep aynı nesneyi göstereceği konusunda bu ayak direme niye?
İdeal bir dil
… Yani, çok anlamlılığı, belirsizliği, esnekliği taşımayan bir dil… Belki bilimin ilerlemesiyle ileriki yüzyıllarda olacaktır… Ancak, iletişim için sözcüklerin bir tek ve kesin anlamı olan bir dile gerçekten de gereksinim yoktur… Tek biçimli bir dünya çok renksiz geliyor bana… Birimizin beğendiği bir sözcüğü ötekinin beğenmemesi toplum düzenini bozmaz. Aksi olursa, yaşam donuklaşırdı. Öyleyse, hem sakatım, hem özürlüyüm, hem de engelliyim.

Kaynağı görüntüle

 

 

Engelsiz Erişim Derneği Twitter Zaman Akışı